Günaydın, bu sabah “bu acının ne zaman biteceğini” konusundaki gerçeklerle birlikteyiz. Hangi acı dediğinizi duyar gibiyim o halde okumaya devam edin.
İstisnasız 23 senedir bunun üzerine düşünüyorum. Neden 23 derseniz ilk mantıksal ve duygusal açmazımı 7 yaşında ilkokulda olduğum bir dönemde yaşamıştım o günden beridir bu soru üzerine üretilmiş tüm çözüm önerileri, teorileri ve girişimleri yakından takip ediyorum.
23 yıl önce bir Pazar günüydü, annem her Pazar olduğu gibi bana zorla banyo yaptırmıştı. (O zamanlar söylendiğinde olasılık vermiyordum ama insan büyüdüğünde hergün banyo yapar demişti.) Tiksinç banyonun ardından saat 20:00’de uykum olmadığı halde zorla yatağa yerleştirilmiştim, çünkü yarın okul vardı, sabah erken kalkmak gerekiyordu, işte o an bir yandan okul fikri bir yandan da büyüdüğümde hergün banyo yapacağım fikri beni kıskıvrak eline geçirdi. O zamanlar IQ seviyesi henüz 180 olan zekam derhal bir çıkar yol, bir çözüm bulmaya çalıştı ancak mevcut sistem, gerçekleşenler ve olasılıkların derin bir incelemesini ve hesaplamasını yaptıktan sonra acı gerçekle yüz yüze kalmıştım.
O dönem istisnasız haftaiçi her akşam saat 20:00’de babamla aramda şu diyalog geçerdi.
-Yatmak istemiyorum
-Haftasonu istersen sabaha kadar oturursun ama bugün olmaz yarın okul var.
Hiç bir hafta sonu hatırlamam ki sabaha kadar oturmama izin verildi, neden ise haftasonu o saatte uyumam, hafta içi yani normal günlerde vaktinde yatmama engel olurmuş. O Pazar günü ilk işaretleri çözmüştüm; hayat asla istediğim gibi olamazdı çünkü vaadlerden, yalanlardan ve hüsrandan ibaretti. O an hüzün çukuruna dönmüş yatağımda yatarken , o ilk kural koyucuyu merak ettiğimi ve ona küfrettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Kim di o? Kim demişti beş gün okulun ardından iki gün tatil yapılacak diye? Lanet olsun ki bu kurala taktığımda henüz birinci sınıftaydım beş+iki , beş+iki, beş+iki... Aklımda bu iki sayıdan başka bir şey dolaşmaz olmuştu. Önümde hiç yoksa bu şekilde geçmesi planlanan bir oniki yıl vardı. Oniki yıl mı? Anladım ki biri benimle dalga geçiyordu.
Yaşamak ve sözde eğitilmek için bu süre biraz fazla orantısız değil miydi? Evet öyleydi. Ortalama insan ömrünü 65(Türkiyede daha yükseğini imkansız kabul etmem )yıl sayarsak bunun sadece 18 yılının bize yaşamak için verildiği görürüz. Ancak bu da bir yanılgıdır çünkü bize verilen son tatil günü olan pazar zaten pazartesinin gelişi yüzünden maskelenmiştir. Pazar günü, dünya üzerinde yaşayan her çocuk ve yetişkin mutsuzdur. Bu düşüncelerim hakkında ilk okul öğretmenimle Canan Hanım’la konuştuğumu hatırlıyorum. Ona pazar günleri, öleceği vakti öğrenmiş kanser hastası gibi hissettiğimi söyledim, dedim ki kalan sürenin tadını çıkaramıyorum. O ise kalan sürenin tadını çıkarabilmek her yiğidin harcı değildir diyerek beni motive etmeye kalkıştı. Anı yaşamalısın dedi bana. Elimdeki legoyu öfkeyle masaya fırlatıp başlatmayın karpe dieminizden(anı yaşamak) dedim o an. Siz andan bahsetmiyorsunuz ki! Siz bana cumartesilerden pazarlardan bahsediyorsunuz. Bana hep gelecek iki günde mutlu olmamı öneriyorsunuz peki ya Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe ne yapmalıyım dedim? Canan Hanım koşarak odadan ayrıldı sonrasında telefonla arayıp durumu babama anlatmış. Akşam eve döndüğümde babamda beni karşısına alıp, konuştu. Kendi hayatından bahsetti. Hergün nasıl kalkıp işe gittiğinden, tüm gün nasıl çalıştığından, nasıl yorgun eve döndüğünden... İlk kez o zaman herşeyi ailesi için yaptığını söylemişti. Konuşması bittikten sonra başımı sallayıp onu anladığımı gösterdim sonra da odama döndüm. İşte o odama döndüğüm an benim için umutların da bittiği andır. Mesel oniki yıl değildi, mesele bir ömürdü! Mesele başkaları için yaşamaktı!
Peki bizi bu istemediğimiz şeyleri yapmaya zorunlu kılan neydi? Neden ben, babam ve diğer insanlar bütün bunları yapmak zorundaydık? Çünkü başkalarının kurallarıyla yaşıyorduk ve bu kuralları gerçek saydıkça da böyle yaşayacaktık.
İşte o tarihten bu yana hep “bu hayatımdaki acı ne zaman bitecek” diye düşünüyorum.
Neyseki kendim dışında biri için yaşamıyorum kedim bile benim değil, biz sadece birlikte yaşıyoruz. Birgün isterse çıkar gider.
Peki ya şu ana dek ne değişti hayatımda? Malesef hiç bir şey, hala yeterince beklersem istediklerimi elde edeceğim yalanı yüzüme söylenmeye devam ediyor. Hala sabahları kalkıp kumaş pantalonumu kıçıma geçirirken bildiğim tüm küfürleri ediyorum, hala sokak kapısını açtığımda yüzüme çarpan güneş ışığı tadını çıkaramayacağım bir başka günün habercisi. Ama biliyorum bu acı ben gerçekten isteyince bitecek.
2 yorum:
sanırsam 1 numaraya yerleşti ..
"ben gerçekten isteyince" de içten içe söylenen bir yalandan mı ibarettir yoksa bu hezeyanın karşılığına somut bir düşünce oturtamamak mıdır? herşeyiyle paradoks..
Yorum Gönder