Dün Bugün Yarın

15 Şubat 2016 Pazartesi 0 yorum



Her sabah masaya oturup bir word dosyası açıyorum. Puntoyu 8’e düşürüyor, pencereyi 10 santime 10 santim olacak şekilde küçültüyorum. Güçlükle görüyorum ne yazdığımı ama önemli değil. Arkamdan geçenler hiç göremiyor.
Adımı yazıyorum. Batu Yazan. Hep adımı yazarak başlarım. Sonra içimden ne geliyorsa onu.
Bugün portakal çiçeği yazdım. Sonra teleferik.
Sonra böyle bir şeyler gelmeye başladı... Bakalım nereye gidiyor.
Eskiden yazarken zorlanırdım. Eskiden dediğim 4-5 yüzyıl öncesi.
Zorlanırdım derken de ne yazacağımla ilgili değil... nasıl yazacağımla ilgili zorlanırdım demek istedim.
Hangi ara yazacağım... nereye... çaktırmadan nasıl halledeceğim...
Bu arada çok iş değiştirmiş biri olduğumu söylemeliyim. 5-6 insan ömrü kadar çok ofis, çok yönetici, çok bina ve plaza gördüm.
Sırf ofislerde de çalışmadım. Farklı işler yaptım. Tıbbi satış mümessilliği yaptmıştım bir ara. Tüm gün promosyon çantası elimde hastane, poliklinik, eczane alışveriş merkezi dolaşıp dururdum. Evet alışveriş merkezi... Doktorlara hediye almak için tabiki.
Mümessilken yalnız kalma sorunu yoktu. Rahattım. İşler bittiğinde yada öğle tatili vakti geldiğinde arabamı Sütlüce sahiline çekerdim. Çok tekin yerler değildi. Hala da değil sanırım. Kapıları kilitler, ısıtıcıyı açar defteri kalemi çıkarıp yazardım. Kimi zaman başka mümessiller camıma tıklayıp ne yaptığımı sorarlardı. Not alıyorum derdim doktorlarla ilgili falan. O zamanlar bir bloğum yoktu. Kağıtlarda duruyor hala o günlerde yazdıklarım.
Şimdi düşündüm de öğrenciyken de zormuş. Lisedeydim. Babam üniversiteye hazırlık zamanı milyon tane dergiye abone olmuştu. Sözde soru çözecektim. Hiç birini çözmedim. Tüm o çalışmam gereken zamanlarda odama kapanıp yeşil defterime yazardım.
Bir dönem de bilgi işlem destek elemanı olarak çalıştım. O dönemler en zoruydu. Ne yalnız kalabiliyordum, nede zaman yaratabiliyordum. Yazmak için yalnız kalması gereken biri değilim aslında ama insanların arkama gelip ne yazıyorsun demesinden hoşlanmam. Kamufle olmak zordu o zamanlar. Bu tür bir işteyken normal şartlar altında yazı yazacak çok işiniz olmaz. Tak sök, getir götür, en fazla fareyle birkaç tıklama. Ama hepsi bu. Yazmalı çizmeli bir iş yoktu ortada. Ofis arkadaşlarım ne yazıyorsun lan böyle derlerdi. O zamanlarda da bloğum yoktu. Sene 1856 falan. Bilmezlerdi ne yazıyorum. Sorulduğunda aşk mektubu derdim. Çok bulaşmazlardı. Sonra hergün aşk mektubu mu yazılır dediler. Bu sefer de istifa mektubu dedim. Bir süre de o gitti. Başka yerlerde daha lakayıt da oldum. Bir keresinde iş başvurusu için önyazı yazıyorum demiştim müdürüme. Gülmüştü.
Şimdilerde bilgi güvenliği konularında çalışıyorum. Teknik bir iş değil. Süreç, yönetişim, risk, politikalar, prosedürler bıdı bıdı. Şu prosedürü hazırla, bunu revize et. Risk planı, analizler... Klavye sürekli elimin altında. Fazlasıyla yazı yazılan bir iş bu. Yani kamuflaj için eşsiz bir ortam. Öte yandan normal şartlar altında eşsiz bir ortam olurdu demek sanırım daha doğru olur. Çünkü adımı açıkça yazan ve bloğu herkese açık olan biri olarak saklanmak, saklı kalmak artık söz konusu değil.
Ulan bakın görüyormusunuz ne şartlar altında ne kadar önemli şeyler yazdım yazıyordum demeye çalışmıyorum. Sadece dalıp gittim geçmişe.
Bildiğim bir şey varsa eğer o da şu ki; insan kendini hayatta tutan şeyler için mutlaka zaman yaratmayı biliyor. Sanırım tüm demeye çalıştığım bu. Yazmak her şeyden önce terapi benim için. İliğimi kemiğimi ortaya çıkarıp incelediğim, ne olduğumu görmemi sağlayan bir mikroskop hatta. Araştırmalarım hep devam ediyor. Burayı seviyorum. Bu efendisi... tanrısı olduğum 10x10 santimlik sanal beyaz kağıt, tüm Dünyadan daha büyük. Çok daha kıymetli. Burada kendim olabiliyorum. Bu küçücük pencere içinde ben, benim.
Ne dersem o oluyor. Gökyüzü mor dersem mor, kırmızı dersem kırmızı. Uçmak istersem uçuyorum. Düşmek istersem düşüyorum. Aşık olmak istersem oluyorum. Bana göre gerçek olan burası. Gerçek ben, bu.
Dün o şekilde kendim oluyordum, bugün bu şekilde...
Yarın kimbilir nasıl yerlerde, nasıl işlerde...
Düşünsenize bir;
Sene olmuş 2387.
İnsanlık güneş sistemini aşmış, başka gezegenlere gitmiş(allah sakınsın) Gri bir kraterin üzerinde oturmuşum ben. Üstümde altın sarısı uzay elbisem. Bir yanımda kahve gibi görünen uzay içkim. Önümde uzay sigaram. Elimde o zamana ait parıltılı bir çeşit yazma aracı.
Karalıyorum yine alabildiğine...
Arkamdan komutan yaklaşıp soruyor;
-Ne yazıyorsun Batu?
Toprak örneklerini toplamayı yeni bitirdim şimdi kategorize ediyorum efendim diyorum.
Gidiyor.
8 puntoyu büyütüp imla hatalarına bakıyorum. Bulabildiklerimi düzeltiyorum. Bulamadıklarım bnun gibi klıyor.
İnternete girip bir resim arıyorum yazının üstüne koymak için.
Ekleyip, turuncu renkli yayınla tuşuna basıyorum.
...
...
Yüzyıllar geçiyor...
Bazı şeyler hiç değişmiyor.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB