İsimsiz

10 Şubat 2012 Cuma 1 yorum


Dün nerede görmüştüm? Sanırım facebook’ta biri yazmıştı daha doğrusu sormuştu. Bana değil ortaya... anlayın işte kişisel ileti olarak yazmıştı.
-Herkes mi melankolik?
Biliyorsunuz bu tür konular hakkında atıp tutmak çok havalıdır, o yüzden hemen bilmem kaç milyon tane yorum yapılmış (soruya)
Görseniz herkes nasıl güçlü cevaplar yazmış nasıl da kendinden emin konuşuyor. Sanırsınız memleket aşmış aydınlanmış insanlar yumağından meydana gelmiş.
Ah canım sorma ya herkes bi triplerde bu aralar... Dipteyim sondayım depresyondayım falan yani deyip gülücük atmalar... cevaplar(dalga geçişler) almış başını gidiyordu.
Hepsini okuyamadım tabi çünkü bu tür “imalı” sorular (ki aslında sorudan ziyade bir aşağılama cümlesidir kendisi) beni uç noktada sinirlendirmeyi çok iyi başaran sayısız uyarandan biridir.
Ama neden? Neden ben böyle ota bota sinirleniyorum acaba?(gerçi sanırım şu ara anlattığım kadar uçlarda sinirlenmiyorum ama olsun yine de tepkiliyim)
Herneyse,
Derin düşünme seanslarım neticesinde ulaştığım(ya da ulaştığımı düşündüğüm diyelim) bir başka konu ise bu benim sinir olma durumumun cevabı. Tahmin edildiği üzere benim için hazine değerinde.
Çok çok çok genel olarak diyebilirim ki ”insan dönekliği” beni deli ediyor. Şimdi ne alaka diye sorabilirsiniz çünkü ilk başta bağlantı görünmüyor ama dedim ya bir noktada sabit gibi duran bir fikrin orjinine doğru ilerlediğinizde bambaşka bir yere çıkabiliyorsunuz.
Benim de ulaştığım yer burası.
Herkes mi melankolik? Bu asla sorulması ya da hor görülmesi gereken bir durum değil.
Irk olarak “melankolinin” bu denli sevilip yeri geldiğinde bir anda “satılıp”, itin götüne sokulması durumu beni... ciddi şekilde yoruyor.
Ayrı ayrı insanların kalbine girip bakınca görüyorum ki, herkes çok seviyor kederli aşk şarkılarını.
Herkes rakı masasında, şarap kadehi elinde efkarlanmayı, romantik bir müzik dinleyip o olmayan sevgiliyi düşünmeye bayılıyor.
Çok iyi biliyorum hoşuna gidiyor bu acı, besliyor o negatif, insanı.
Ama sonra “sosyalleşince” birden vazgeçiyor.
Vazgeçtiği şey aslında kendi özü.
Irkın başka bir huyu da bu, “olmadığı gibi görünme çabası”. Olmadığı kadar güçlü, olmadığı kadar güzel, olmadığı kadar iyi görünmek istiyor.
Çünkü derdi aslında kendi içinde yaşadığı “şey” değil, olduğu şeyi görmek, kabul etmek istemiyor,
Genel derdi sadece dışarıdan nasıl göründüğü, varlığının kabul görüp görmediği.
Bahsettiğim insan dönekliği; insanın kendine karşı dönekliği.
Karanlık yanını kabul etmeye yanaşamaması.
Hep ağzımdadır, söyler dururum. "İnsanın melek olma çabası".
Boş, yersiz ve anlamsız.
Baştan aşağı sanrılı.
Herkes mi melankolik?
Bu mu soru? Bu mu üste çıkma çabası? Ha tamam cevap veriyorum.
Başkası adına konuşamam, ben öyleyim, ağız dolusu öyleyim çok da seviyorum bunu.
Dahası artık bu olayı hala psikolojik temellere oturtmaya çalışanlara defolun gidin diyorum.
Gidin önce siz kendinizi tedavi edin.
Bizi doğadan koparıp, şehirlere tıkan sistem, düzen, akıl, adı her ne boksa, bunu artık bir hastalık değil bir kültür olarak görmeli. Gezegen üzerindeki düşünebilen tek varlığı alıp bu hayya kuyusuna koyar, çok da düşünme yavrum sen derseniz, normal olarak onda bazı içe dönüşler, yalnızlıklar, değişiklikler olacaktır.
Ne demişti üstad hatırlayın?
İnsanı öldürmeyen şey,
Garipleştirir.
...
Şimdi şöyle bir camdan dışarı bakıyorum...
O da bana bakıyor.
Ama onun bakışlarının, yargılarını hiç bir anlamı,
Hiç bir manası yok.
...
Kendini kabul etmeyen,
Gerçek olmayan bir dünya, beni kabul etse ne olur, etmese ne olur?
Ben kendimi her yanımla çoktan kabul ediyorum.
İşte bu yüzden büyük bir huzurla geri kalan her şeyin canı cehenneme diyebiliyorum.

1 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB