Takıntı ve Saplantılar Üzerine

5 Eylül 2011 Pazartesi 3 yorum

Günaydın,
Herkese hafif ve güzel bir pazartesi dileyerek haftayı açıyorum, gazamız mübarek olsun sevgili okurlar. Bu çok yoğun geçmesi muhtemel haftanın ilk konusu olarak takıntı ve saplantıları seçtim. Zira bir süredir göz atamadığım istek konular içinde bariz şekilde öne çıkmıştı. Beş okuyucum takıntılıyım demiş anlatmışlar takıntılarını ve ne yapmaları gerektiğini sormuşlar.
O yüzden konumuz “obsesyonlar ve kompulsiyonlar”.
Bu isimleri beğenmeyenler için şu şekilde de söyleyebiliriz; Takıntılar ve zorlantılar.
Saplantı kelimesini çok fazla sevmediğim için ve “zorlantı” kelimesinin vurgusundan duyduğum haz nedeniyle yazı boyunca bunu kullanmayı uygun görüyorum.
Şimdi;
Önce takıntı nedir çok fazla detaya girmeden bir açıklığa kavuşturalım. Takıntı sevgili insanlık, çok basitçe diyebiliriz ki kişinin mantıkla üstesinden gelemediği kontrol edemediği rahatsız edici düşünce ve dürtülerdir. Zorlantı ise kişinin bu takıntılara verdiği cevap yani harekettir. Klasik bir örnek verirsek durum çok daha iyi anlaşılacaktır. Kadın nüfusunun yüzde seksen beşinde görüldüğü için herkesin evinde bir adet bulunduğunu varsayıp şu örneği seçiyorum:
“Yangın çıkarması muhtemel cihazlar ve evden çıkmaya çalışan kadın döngüsel manyaklığı”
Bu örnekte basitçe görülüyor ki evden çıkarken acaba ocağı kapattım mı? Ütüyü fişten çektim mi? Ateşli kocayı yatakta mı unuttum? Durumu, takıntıdır. İçeri girip ocağı ütüyü kocayı bir kez daha kontrol etme kısmı ise zorlantıdır. Durumun döngüsel hale gelişi ise şu şekilde gerçekleşir;
1- Kadın evden çıkar 2-Kadın ütüye takar 3-Kadın içeri girip ütüyü kontrol eder 4-Kadın evden çıkar
5-Kadın ütüye yine takar 6-Kadın yine içeri girip ütüyü kontrol eder 7- Kadın tekrar evden çıkar
8-Kadın ütüye bir kez daha takar 9-Kadın bir kez daha içeri girip ütüyü kontrol eder. Ve bu bööylee sürüp gider.
Bu tarz basit ve sık görülen takıntı türleri içinde temizlenememe fikri, hastallık bulaşması korkusu, kapı kilitlendi mi tedirginliği ve kişinin kendi kendine girdiği iddialar sayılabilir. Ancak bunlardan çokça bahsetmek istemiyorum çünkü eğlenceli değiller. Benim özellikle üstünde durmak istediğim şiddetli takıntılar ve zorlantılar. Bu arada bu konudan bahsederken lütfen kimse kendini konunun dışında görmesin çünkü 2011 yılı itibariyle takıntısı olmayan insan olmadığı bilimsel olarak ortaya çıkmıştır.
Kendimden örnek vereyim(hangi birini anlatsam bilemedim gerçi) Bundan milyon sene önceydi ben o zamanlar liseye gidiyordum. O sıralar bana “yüze kadar sayma” manyaklığına nail olmuştu. Durmaksızın yüze kadar sayıyordum. Sayıyordum bitiyordu, bir daha başlıyordum. Bitiyor bir daha, bir daha, bir daha... Yüze ulaşmadan asla hiç bir harekette bulunamıyordum. Mesele ben o sırada elliyediye gelmiş olayım ve o esnada da kapı çalsın. Yüze ulaşmadan kapıyı açmıyordum. Bu takıntı ve zorlantı nedeniyle kaçırdığım otobüs sayısı yedi, öpmem gerektiği zaman tavşan gibi karşısında durduğum hatun sayısı dört, babamdan kapıyı açmadığım için yediğim küfür yirmialtıbin kadardır.
Yine üniversiteye hazırlandığım dönemde eğer nefesimi iki dakika ve üstünde tutarsam üniversiteyi kazanacağıma inanıyordum. Sadece bu zorlantı neticesinde yitirdiğim beyin hücresi sayısı ise yüzsekizmilyonbeşyüzonaltıbinsekyedi kadardır.
Çevremden de bir kaç örnek daha vermek istiyorum;
Karşısında oturan kişiyi görsel olarak karelere bölen tanıdıklarım var(yapmadan huzur bulamıyormuş ayrıca “lar” eki sizi çok korkutmasın o kadar da çok değiler) Duştan henüz çıkmadan kirlendiğini düşünen ve haftada sekiz kalıp sabun tüketen manyaklar biliyorum. Yine kendi kendine girdiği iddia yüzünden binbeşyüz kadınla yatması gerektiğini söyleyen ve bu hedef için durmaksızın kondom alıp stok yapan şahıslarla muhattap oluyorum.(hedef sayı yüzünden ona acımıyor değilim)
Ve son olarak, televizyon karşısında otuziki yıl geçirmesi neticesinde vücudunda birikeceğini umduğu radyasyon sayesinde mutanta dönüşüp süper güçleri olacağına derin bir güven besleyen şizofreni de saymak istiyorum.
Peki tüm bu takıntılar zorlantılar neden var?
Bilimsel çevreler diyor ki durumun genetik olarak bir sonraki nesilde görülme sıklığı yüzde yirmibeşmiş. Yani annenizin babanızın da sizin gibi(manyak) olma olasılığı yüksek. Yine bu çevreler(hastasıyım bu çevre muhabbetinin) diyor ki; takıntılar psikolojik zayıflık anlarında patlak verebiliyormuş(tabi onlar patlak demiyordu daha bilimsel bir fiil kullanmışlardı) Ancak ben katılmıyorum. Gerçi benim birilerine katılmamam yeni bir şey değil, ama olsun yine de söyliyeyim ben onlara da katılmıyorum. Bir kere psikolojik olarak “güçlü ve dengeli olma” durumu artık nerdeyse hiç kimse için geçerli değil. O yüzden yok seratonin dengesi yok beynin fronto temporal(ön bölge) bölgesinde demans(işlev bozukluğu ,hasar) gibi sebepler bana artık yavan geliyor. Eğer çok istersek inanın hayatta herşeyin cafcaflı bir açıklamasını bulabiliriz ama şahsım adına diyebilirim ki ihtiyacım yok.
Uzatmayın artık.
Bana kalırsa bunlar evrimin kaçınılmaz bir sonucu, bu ve bunun gibi tüm psikolojik rahatsızlılar hep sonu kötü bitmiş bir deneyin öngörülememiş yansımaları. Düşünebilen maymun(filmi henüz izlemedim) bu kadar oluyor sevgili okurlar, bunu artık kabul etmemiz gerek. O yüzden ben artık “sıkılmaca bunalmaca” bu işlerden.
Siz şimdi bu işi nasıl tedavi ederiz falan diye soruyor olabilirsiniz.
Bense sallayın diyorum ne varsa, zihinlerimiz zaten mıncıklanmaktan hamura dönmüş durumda. Bakın çok ciddiyim, hadi gelin Taksime çıkalım. Bir öğlen birası inanın alıp götürecek tüm hastalıklarımızı. Ben biranın yanında yanında körü soslu tavuk da istiyorum siz de kendi zevkinize uygun birşey seçersiniz artık. Çalış çalış nereye kadar? iki parça gökyüzü görür bacaklarımızın arasına sürtünen kedileri severiz.
Art İstanbul’da görüşmek üzere.
Geç kalmayın.

3 yorum:

  • Adsız dedi ki...

    ona saplanmış gibiyim =)ya da bilmiyorum türünü.saplantı nedir ki?

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB