Dışarısı

1 Aralık 2011 Perşembe 0 yorum

Selam,
Dün aranızda olamadığım için özür diliyorum zira biraz rahatsızlandım.
Gerçi Batu sen hep rahatsızsın dediğinizi biliyorum ama bu sefer o anlamda değildi.Midemde yaşanan hoş olmaya gelişmeler yüzünden işe gelemedim. Ve evet tam tahmin ettiğiniz gibi oldu. Ofise gelemeyişim ve çalışma arkadaşlarımdan uzak kalışım nedeniyle çok büyük üzüntüler yaşayıp bütün gün ağladım.
Ayrıca farkettim ki uzak kaldığımda plazanın ağır ve yaşamsız havasını delice özlüyormuşum.
Vay canına...
Dalga geçmek için bile yazarken elim titredi, bedenim şaka bile olsa yazma bunu dedi. O halde onu dinleyip bu geyiğe devam etmiyorum.
Şaka maka aslında bu tarz planlı plansız işe gidemeyişler biz ofis canlılarına çok iyi geliyor bu bir gerçek. Okulu kırmak gibi aynı. Hayır sorsanız dün ne yaptın diye evet dün bir şey yapamadım malum yatıyordum ama bu bana daha önceden yaşadığım anılarımı hatırlattı.
“Varolmaktan Zevk Almayı”
Hatırlıyor musunuz?
En son ne zaman özellikle bir hafta içi günü Sultan Ahmete gidip bir bir şeylere yetişememe korkusu yaşamadan umarsızca dolaşıp fotoğraf çektiniz? En son ne zaman bir sinemaya mesai saatleri içinde gittiniz? En son hangi hafta içi günü öğle yemeği için taksime çıkıp soğuk bir bira içip yanında bir de sulu güzel biftek yediniz?
Hangi çarşambaydı o en son kafanız güzel olup yollarda umarsızca yürüyüp sebepsiz gülümsediniz?
Sanıyoruz ki üç günden ibaret hayat. Cuma, Cumartesi, Pazar. İşte hepsi bu, yap yapabildiğini bu zamanlarda bunlardan arda kalansa esaret kapalı kapılar ardında.
Oysa biliyorum yaşam tekgünde değil, hergünde.
Tekrar hatırladım nasıl bir şey olduğunu yaşamın.
Hatırlamak önemli, çok önemli.
Çünkü insan para kazanmak için girip çıktığı bu ortamlarda, bu kıyafetlerin altında, bu kuralların kucağında kendini de yaşamı da unutuyor.
Asıl neydi? Benim bu yola girme sebebim başta neydi? Ben gerçekte nasıl bir adamdım?
Burada, bu sabah bir yandan dün cevap veremediğim şirket e-postalarına bakıyorum.
Sıra sıra, çeşit çeşit, renk renk, boy boy saçmalıklarmış gibi geliyorlar bana. Bunların kaçı gerçekten umrumda? Şirket yıllık karı beni cidden neden hiç heyecanlandırmıyor? Ya da o mart ayında alacağım bonus neden motivasyonumu zerre kadar sağlayamıyor?
Ben gerçekten iyi bir bilişim teknolojileri insanı mıyım acaba?
...
Komik mi, garip mi, acıklı mı bilmiyorum ama makineleri sevmiyorum bile. Peki ya bu çevremdeki devasa binalara me demeli?
Lisede Arkeolog olmaya karar verdiğim günü hatırlıyorum da karar noktası tarihe olan merakımdan çok bir bina içinde tıkılıp kalma korkusuydu. Arkeolog olunca hesapta hep dışarıda olacaktım, güle oynaya kazıp kazıp duracaktım. Olmadı demeye gerek yok sanırım, görüyoruz ki her şey fazlasıyla ortada.
Öte yandan sanmayın ki mutsuz ya da karamsarım. Aksine bugün hissettiğim şey koooocaman bir huzur.
Çok iyi hissediyorum, çünkü olmuyor biliyorum, olmuyor, olamıyorum. Devam edemiyorum daha fazla buna.
Giremiyorum bu kalıba, nedeni evet çok basit;
İstemiyorum.
Ne kadar güzel, ne kadar da özgürlük dolu bir şeymiş bir şeymiş meğer ne “istemediğini” bilmek.
Asla bu değil kafamdaki yaşam tarzı.
Bu değil ihtiyacım olan para
Bu değil hayatta kalmak için ödemek istediğim bedel.
Bu ofis değil, bu iş değil, bu tür bir delilik değil benimkisi.
Dışarı çıkmak istiyorum.
Şu gün boyu ardından ötesine kedi gibi bakıp durduğum sağımdaki karartmalı camın nefes alan diğer yanına geçmek istiyorum artık.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB