Beyinsiz

2 Ekim 2011 Pazar 0 yorum

Selam Pazar insanları,
Açıkçsı bugün biraz tribal geçiyor.
En baştan anlatmaya başlıyorum.
Sabah gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey tavandaki örümceğim oldu. Ona örümceğim demek bana garip gelmiyor. Bu durum bazılarına (özellikle kadınlara) iğrenç gelebilir ama bence değil. O da şirin küçük bir yaratık neticede. Sadece tipi çok alışılagelmiş değil o kadar. Hayır onu beslemiyorum ama öldürmüyorum da. Adını Cabbar koydum, malesef o bunu farkında değil çağırdığımda gelmiyor ama birlikte gayet huzurlu yaşayabiliyoruz.
Sabah Cabbar’ı düşünerek kendi kendime bu birlikte yaşayabilme “durumumuzu” zikrettiğimde bir anda mülk kavram aklıma geldi. Sonuçta özel mülk kavramının tamamen insan uydurması bir saçmalık olduğunu düşünürsek, bu kirasını verdiğim ev asla benim değildi.
Nasıl bir inanç sistemine inandığımızın burada hiç bir önemi yok, ister tek bir tanrıya inanın isterseniz tanrısız olun faketmez. Sizi temin ederim hiç bir güç, bu toprağı, bu bir oda bir salon evi, bu yatak odasını “sözde” sahibi olan kişiye bağışlamadı. Tüm bu “iyelik”(sahip olma) durumunu elbette biz “mükemmel insan ırkı” uydurduk.
Bu herkesin evi. (işte başlangıç noktası buydu, buradan sonra günümün nasıl geçeceğini tahmin etmeye başlamıştım)
Hepimizin. Bu ev benim olduğu kadar sizin de, onun da ve evet pek tabi örümceğimin de.
...
İnsan gözünü açtığı anda bu tür bir düşünce furyası içine girince bir garip oluyor . Oysaki hiç te ihtiyacım olan bir şey değildi bu.
Sıkılmaya başlamıştım.
Saat henüz çok erkendi ama ben kaptırmıştım kendimi bir kere, durum kötüye gidiyordu.
O yüzden boşa enerji harcayıp daha fazla düşünmek istemedim. Örümceğime günaydın dedikten sonra sağıma dönüp biraz daha uyumak niyetindeydim. Yumuşak yastığıma başımı koydum, gözlerimi kapadım.
Düşünmeyi bir süre bırakabilirim diye umuyordum. Ama sağıma döndüğüm anda bir daha geldi “o” düşünce dalgası. Bu defa daha da sertti. Uyandığımda ne olacağını soruyordu bana zihnimdeki ses. Ne olacak Batu? Ne kadar kaçabilirsin “birşeyleri” düşünmekten?
Sola döndüm, olmadı ses bırakmadı peşimi...
Bir daha sağ... hayır işe yaramıyordu.
Yataktan sıkıntı içinde kalkıp önümdeki sarı duvara küfrettiğimde aslında sorunun ne olduğunu çok iyi biliyordum. Sorun beynimdi, beynim ve onun yarattıkları... Bu kıvrımlı organın varlığı sadece bir lanet olabilirdi.
Diyebilirim ki bunca yıllık analiz, çözümleme, araştırma ve deneyle geçen milyonlarca saatim sonunda vardığım tek ve geçerli hakikat şu;
“Düşünmek,
Anlayama çalışmak,
Cehennemim kapısından kendi isteğinizle geçmektir.”
Düşünmek paçavraydı, işe yaramazdı dahası işkencenin kaynağıydı.
...
Bunaltıyordu hem de çok.
Neyseki her lanetin bir de getirdiği hediyesi var. Bu sefer ki hediye bilmekti. Yanıldığımı bilmek.
Yanılıyordum,
Her ne kadar düşüncelerle örülü çıkmazda bir hayatım olduğunu düşünsem de... ya da daha da kötüsü hayatımın gerçekten öyle olduğunu “bilsemde”...
Bunların hiç bir önemi yoktu.
Devam etmek istiyorsam önemli olamazlardı, olmamalıydılar.
Tek yapmam gereken “beynimi bırakmaktı”.
Bıraktım da. Nasılını boşverin neticeyi özetleyeyim;
Günlerden Pazar,
Saat akşamüstü altı civarları
Sağımda güzel peynir tabağım, şarabım
İçeride yatak odasında küçük sevimli örümceğim Cabbar.
Kucağımda tüylü kedim pötürcük,
Kalbimdeyse güzel kadın.
Ya seviyor ya nefret ediyorum birşeylerden
Ama çok şükür neyin ne olduğunu hiç düşünmüyorum.
Görüşmek üzere

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB