Hayvan İmparatorluğu
Aslında hayat olduğundan daha zor değildi.
Yani bana özel bir kastı falan yoktu yaşamın. Herkes için olduğu kadar zorlayıcıydı. Fakat ben daha fazlasını hissediyordum.
Yeterince büyüdüğümde sorunumun adının hassasiyet olduğunu anladım.
Hassasiyet. Pek çok kişi bunu bir sorun olarak görmeyebilir ama bence kesinlikle sayılabilir. Aslına bakarsanız tamamen nasıl bir dünyada yaşadığınızla alakalı bir durum.
Anlayış, nezaket, empati, adalet duygusu, özveri, yardımseverlik ve hoşgörü. Tüm bu özellikler birer lanet olabilir. Tüm bu özelliklere sahip biri içinse Dünya bir cehennem sayılabilir.
8-9 yaşımda tekerlekli sandalyede bir adam görmüştüm. Yüzünü hala hatırlıyorum. Kırmızı bir montu, dalgın bakışları vardı. Genç sayılırdı. Bir çay bahçesinde oturmuş, sıkılmış gibi duruyordu. Sola doğru bakıyordu. Olduğum yerden göremediğim bir yeri izliyordu. Acaba ne hissediyor diye merak etmiştim. Fazla sakin ve pes etmiş bir hali vardı çünkü.
Daha detaylı izledim. Daha dikkatli baktım ona. Ama göremiyordum nereye baktığını. Dedemin elini bırakıp sağa doğru bir kaç adım atıp baktığı açıyı yakalamaya çalıştım. Başardım da. Belirgin bir şeye bakmıyordu adam. Sadece yolda yürüyen insanları izliyordu.
Ne hissettiğini bilemezdim tabi ki ama akıl almaz bir mutsuzluk içinde olduğunu düşündüm. Çok.. çok fazla kötü bir histi.
Bir an adamın yerine geçtim sanki.
Geçtim ve hayatın sahip olamadığım tüm güzellikleri boğdu beni.
Küçük bir çığlık atıp kendime geldiğimi hatırlıyorum. Başka zamanlar da olmuştu bunun gibi. Neden bilmem, hiç keyfi yerinde birinin nasıl hissettiğini anlamaya çalışmadım. Onlarla empati kurmadım.
Coşku coşkuydu sadece. Basit bir nedeni vardı genellikle mutluluğun. Geçip gidiyordu. Mutluluğun içinde bir derinlik göremiyordum. Katmanları yoktu.
Kederlileri, hüzünlüleri, haksızlığa uğramış ve yalnız olanları merak ediyordum. Acı niye vardı? Nasıl biterdi? Kaynağını bulabilirsek yok edebilir miydik?
Evet belki sadece kafamda kuruyordum. Ama işe yarıyordu. Tamamen anlayamasam bile bir fikrim oluyordu. Evsiz alkoliğin, dayan yiyen kadının, sakat köpeğin, fakir çocuğun yerine koyuyordum kendimi.. Ve çok daha basitlerinin.
Dolmuşta biri hapşırırdı. Kimse çok yaşa demezdi.
Yaşamasını istemiyorlar diye düşünür müydü acaba adam? Acaba yalnız hissetmiş miydi kendini?
Biri bakkala girip günaydın derdi. Bakkal cevap vermezdi. Üzülürdüm. Günaydın diyen de üzülürdü. İnceliğine incelik gösterilmemişti.
Hayırlı işler derdi minibüsten inerken birileri. Şoför tek kelime etmezdi. Oysa inen, inerken bile içeriyi dinler bir cevap beklerdi. Onu bile vermekten acizdi pek çok insan.
Mutsuzluk, anlaşılamayış... Küçücükten kocamana... Burada bizimle. Sebebi de sen ben o. Biziz aslında.
Korkarım bu toplumun bir başkasının acısını anlamasını beklemek tamamen bir ütopya. Bireysel çabalarsa başka türlü bir kayboluşun ve açmazın nedeni.
Farklı bir yol seçtim. Kötü de denebillir. Bana ait olmayan mutsuzlukları da hissetmek istedim. Belki bir bağlantı kurabilirdim. Kendi kendimizin kurdu olduğunu gördüm. Kayboldum.
Marx’ın sözünü bilirsiniz.
“Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi postuna özen göstermen yeterli.”
Nasıl da inanç ve umut dolu.
Okuyan herkesi acaba ben de böyle miyim diye düşündürüyor. Doğrusu da bu.
Adam nasıl hayvan olunacağını değil nasıl insan olunacağını anlatmaya çalışıyordu.
...
İnsan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için Dünyan’nın bütün acılarını kucaklayıp yükü tek başına taşıyacağını idrak etmen yeterli. Çünkü burası “Hayvan İmparatorluğu”.
Batu Yazan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder