Hayat.
Hayatın çalkantısı…
İniş çıkışları..
Bir sarkaç gibi aynı.
Normal şartlar altında sarkaçlar
bir sağa bir sola sallanır. Tutup yukarıdan bırakırsınız sağa gittikten sonra
sahip olduğu momentumla sola yönelir sonra aynı rutin devam eder sağa sola sağa
sola sağa sola.
İyi şeyler olur sonra kötü şeyler.
İyi hissederiz önce, sonra bir şeyler yaşanır kötü hissederiz. Bu döngü hiç
bitmez.
Ama bazen durmuş gibi
hissederiz sarkacı. Sanki hep aynı olayı aynı hissi yaşıyormuş gibi. Takılmış
gibi.
Bir el tarafından tutulmuş gibidir
sarkacımız.
Bütün duygusallığımızdan
sıyrılıp gerçekçi olmamız lazım böyle durumlarda. Çünkü sarkaç asla tam olarak
durmaz, takılıp kalmaz, evren bizi sadece ve sadece acılara hapsetmez.
Bütün kurallara aykırıdır bu.
Mantıksızdır.
İstatistiki olarak da imkansızdır.
Siz hiç kesintiye
uğramaksızın yukarıya ya da aşağıya doğru giden bir istatistik çizelgesi
gördünüz mü? Bir borsa eğrisi düşünün mesela. Sanmıyorum. Çünkü olmaz. Evren
bir “denge çabası” içindedir.
Genel ve uzun vadeli yönelim
aşağıya ya da yukarıya doğru olabilir elbette ama bu bir anda gerçekleşmez.
Artılar ve eksiler kendi
aralarında ister istemez “kusurlu” bir denge oluşturur, var olmaya devam
ederler.
Burada önemli nokta devam
edebiliyor oluşlarındadır. Yani birinin varoluşu diğerinin varlığını yok etmez.
Dengesiz dahi olsa ortada bir bütün vardır ve işte gerçek dediğimiz, hayat
dediğimiz şey de bundan ibarettir. Bir bütün. Kusurlu bir dengenin yani aslında
dengesizliğin müdahale edilmezse nihayetinde tükenişe ya da sonsuzluğa ulaşan
yolculuğu.
Bu noktada yukarı ve aşağı
iyi ve kötü karanlık ve aydınlık kavramları iyice anlamalarını yitirip kime
neye hizmet ettikleri belli olmayan saçma kelimelere dönüşüyor benim için.
Neden diye soranlar olabilir tabi.
Basitçe anlatmam gerekirse; diyebiliriz ki hiçbir iyi/güzel/pozitif olay, bir
insanı şuan olduğundan daha ileriye götüren ortamı sağlayamaz.
Yani başımıza gelen iyi hiçbir
şey bizleri daha güçlü daha akıllı daha olgun varlıklara dönüştüremez. Konfor
ortamında yaşamını sürdüren kimse gelişmek için bir yönelimde bulunmaz.
Örneğin homo sapienler aç
oldukları için strateji geliştirmek zorundaydılar bu yüzden de zekaları
gelişti.
Açlık, arzu, sahip olamama,
yoksunluk… bütün bu acı kaynakları daha fazlası olmaya zorlarlar bizi. Yani teorik
olarak denilebilir ki bir amaç uğruna
çekilen acılar kendilerini tahammül edilebilir kılar.
Kendilerini geçerler.
Öte yandan buradaki en büyük
sorun, katlanılan acılar neticesinde ulaşmış olduğumuz güçlü halimizin seçtiğimiz
nihai amacı destekleyip desteklemediğinde gizlidir.
Her ne kadar isabetli
tespitler yaptığımızı sansak da özünde yaptığımız tek şey sübjektif çözümlemelerdir
ve sıklıkla yanılırız. Dahası aslında nihai bir amaç belirlemek alınabilecek en
hatalı karardır. Biz dünkü insanlar değiliz, bir saat önceki insanlar değiliz.
Değişiriz. Dolayısıyla yolculuk içinde amaçlar değişebilmeli, araçlar değişebilmeli,
yollar değişebilmelidir.
Kendi hayatımda yaptığım hata
tam da buydu.
Attığım her adımda, yaşadığım
her olayda bir başkası oldum aslında. Bir adım daha uzaklaştım eski halimden. Ama
sabit amaçlar belirlemiş, onlara ulaşma yolunda saplanıp kalmıştım.
Oysa yeni halim eski amacımı
anlamlı bulmuyordu. Ama bir yanım daha da ciddi bir problem olduğunu
söylüyordu.
Yıllar boyu pragmatist bir
yaklaşımla kendime sorup durdum; daha güçlü olmak, daha çok bilmek, daha çok yaşamışlık, daha çok algı… Bunlar sahiden işe yarayan şeyler miydi?
İşe yaramak nedir diyorsunuz
biliyorum. İşe yaramak diye sorduğumda aslında mutluluğu getiriyor mu diye
sorguluyorum.
Bu soruyu sorduğum anda ciddi
anlamda canım sıkılır, üzülürdüm.
Zira mental, manevi ve fiziki
olarak kendimi daha üst seviye bir halime dönüştürme çabalarım aslında
çocuklukta ortaya çıkmıştı. Yani bir ömür harcamıştım bunun için.
O zaman tabii ki en altta
yatan sebepten haberim yoktu ama yıllar içinde kendimi çözümlemeye çalıştıkça
anladım ki sebep kimsenin beni sevmiyor oluşuydu. Bir şekilde sevilmeye layık
değildim. En başta koca kafalı ve çirkindim. Çekingendim. Tüm Dünyaya göre yeteneksiz
ve aptaldım da. Rakamlardan korkuyordum. Sonsuzluğu düşündürüyorlardı bana ve
algılamaya çalıştıkça sanki aklımı yitiriyordum. Evet tabii ki matematikten
anlamıyorsanız aptaldınız. Diğer insanların yapmaktan keyif aldığı şeyleri
sevmiyor, onların yargılarını bir türlü anlayamıyordum. Onlar da beni
anlamıyordu. Ayrı, uyumsuz, gıcık bulunan bir tiptim.
İşin aslı bu durum hala
böyle. Zaten cevap burada saklı.
Ya seçtiğim amaç uğruna doğru
acıları seçmemiştim… ya yolda amacımın değiştiğini görememiştim… ya da yukarda
bahsettiğim daha da ciddi bir problem vardı ortada…
“Amacım hakkında kendime
yalan söylemiştim.”
Acaba gerçekten sevilmek
kabul görmek için mi kendimi geliştirmiştim yoksa beni dışlayan, iten, reddeden
tüm dünyaya onlardan daha iyi olduğumu kanıtlamak mıydı tüm niyetim?
Uzlaşmaktan ziyade çatışmak mıydı amacım?
Evet.
Yaptığım buydu.
Daha fazla yalnız
olmayı, sevilmemeyi istemiyorum deyip sahip olduğum tüm hırsla bu durumu daha da
derinleştirmek için uğraşmıştım. Gerçekten de yalnız olmak istemiyordum ama yapabildiğim tek şey de insanları itmekti. Kendi çelişkimde sıkışıp kalmıştım.
Bu arada yukarıda sözünü
ettiğim acı kavramını çilecilik ile karıştırmayın. Bana göre acıların hizmet
etme şekli bizleri dönüştürebilme güçleridir.
Bahsettiğim şey tamamen bu. Yani
dönüşüm yolunda doğru acılar seçtik mi? Seçiyor muyuz?
Bugün burada oturup diyebiliyor
muyuz?
Şu an kim olduğumu tüm
karanlık ve aydınlık yanlarımı biliyorum.
Şu an her ne kadar yasak, ayıp,
iyi, kötü, gerçek ya da ütopik olsa da ne istediğimi biliyorum.
Ve şu an çektiğim bütün acılar ve yaptıklarım bunlara hizmet ediyor.
İşte tüm mesele bu. Yoksa evrenin
bize işkence ettiği falan yok. Kendimize yapıyoruz her şeyi.
Kendimizi görmeye korkarak, kendimize
dürüst olmaya korkarak, kendimiz olmaya korkarak kendimizi hayatın sarkacının tek
tarafına, anlamsızlığa hapsediyoruz.
1 yorum:
Kendimi anlatmaya çalışsam sanırım senin satırlarındaki kadar iyi anlatamazdım. Yalnız olmadığını ve benzer ruhlara sahip birilerinin daha olduğunu keşfetmek güzel.
Kendimi okumaktan zevk alırken bunu bir başkasının kaleminden okumak da ayrı bir lezzetli.
İnsanlara iltifat etmeyi sevmem zaten insan da sevmem -ki seninle kesişme sebebimiz sanırım buydu- sonuç olarak bunlar iltifat değil. Gerçi sen bunu zaten biliyorsun.
Karşılaşmamızı sen mi planladın ben mi bilmiyorum ama geldim ben...
Yorum Gönder