Minnet ve İbadet

21 Kasım 2018 Çarşamba 0 yorum


Cumartesi gecesi iki arkadaş Beşiktaş’ta içiyorduk yine.
Genelde aynı mekana gider, aynı bar taburelerini seçer, aynı içkiler eşliğinde çekiştiririz adaletsiz hayatı, acımasız kadınları, iki yüzlü toplumu.
Her defasında tamı tamına aynı yere oturmanın ve aynı minvalde konuşmalar yapmanın üstümüzde bir sıkışmışlık hissi yarattığını iyi biliyorum.
Öte yandan bu duyguyu sevdiğimizi bundan beslendiğimizin de farkındayım.
Kendimizi de sıklıkla eleştiriyoruz bu arada.
-Sanki zamanın başlangıcından bu yana hep aynı şeyleri konuşuyoruz be Yakup?
-Haklısın Batu da başka ne yapacağız ki…
-Bence Jameson shot doğru olabilir..
-İyi fikir..


Her neyse dediğim gibi barda oturuyoruz hep. Bar taburesi iyidir çünkü. Ne tam rahat ettirir kıçınızı, ne de acıdan inlemenize neden olur.
Yarı gevşek ve kısmi ayık olmanızı garanti altına alır. Zira en iyi sohbetler o şekilde yapılır.
Kokteylleri de iyidir gittiğimiz yerin.
Gerçi kokteyl içmeyi pek sevmem. Onlara dair sevdiğim şey gündelik hayatta çok tanık olamadığım değerler. Hazırlanışlarındaki akış, zarafet,
el hareketlerindeki incelik, bardak seçimleri, fesleğen, nane, türlü türlü içeriğin olması gerektiği gibi dengede bir araya gelişleriyle oluşan ahenk.
Ama bahsetmek istediğim şey kokteyller ya da denge değil.
Bakın bakın artılar ve eksiler, acı ve tatlı bir araya geldiğinde nasıl da güzel bir tat ortaya çıkıyor gibi bir geyiğe de girmeyeceğime yemin ediyor, ant içiyorum.
Bugün başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Minnetten.
Anlam veremiyor olabilirsiniz. Adam içmekten, bardan, kokteylden bahsederken buraya nasıl geldi diye merak da ediyor olabilirsiniz.
Hazırsak başlıyorum;  ama öncesinde kendi hakkımda genel bir tutumumu açıklamama izin verin ki bazı taşlar yerine otursun.
Zihnim bir konuyu ya da olayı incelediğinde ve anlamaya çalıştığında, aynı anda kendi zihnimden uzaklaşıp anlamaya çalıştığım konunun diğer kişi ya da kişilerce nasıl algılandığını görmeye çalışırım.
Özellikle olayı yaşayan kişi ben değilsem bu noktaya fazlasıyla zaman ayırır ve şayet başarılı olabilirsem bir sonraki aşamaya geçip karşı tarafın hangi hisleri yaşadığını kavramaya çalışırım.
Şimdi bara geri dönelim. Çünkü aynı şeyi orada da yapıyorum. -işin aslı bunu yaşadığım her saniye her yerde yapıyorum.

Dediğim gibi taburemin üstünde içip içip galaksiyi eleştirmenin yanı sıra yaptığım ikinci bir şey Homo sapienleri incelemek. -konuyu saptırmayın hatunları dikizlemekten değil, insan hareketlerini incelemekten bahsediyorum.
Eskiden sıklıkla alkol aldıktan sonra değişen davranışları, cinsel yakınlaşmaları incelerdim. Ayık mı yoksa sarhoş bilincin mi gerçek olduğunu sorgulardım. Her defasında ulaştığım sonuç sarhoş halin gerçek olduğuydu. Öten yandan yıllar içinde sıkıldım bu gözlemlerden. Değişen tek şey insan siluetleriydi sonuçlar değişmezdi.
Şimdilerdeyse içinde bulundukları gruplardan ve hatta ortamdan sıyrılmış, ayrılmış, kopmuş farklı insanları gözlemliyorum.
İşin garip kısmı ortamdan en ayrılmış kişiler genellikle orada sürekli bulunan insanlar oluyor. Garsonlar, barmenler, temizlikçiler. Bu insanlar, (-tabii ki tamamı değil) bulundukları yeri tamamen kavramış oldukları için sanki başka bir şey arıyor gibiler. Bu aslında hepimiz için geçerli, yani herkes kendi ofisinde aslında bir ayrık kişi. Hayatlarımızda da öyleyiz.
Dünyanın yüzeysel varoluşuyla yetinemediğimiz için bir derinlik ve anlam arayışı içindeyiz.
Lafı çok uzatmadan bara geri dönüyorum.
Cumartesi akşamı kokteyl hazırlayan ve bu işi cidden iyi yapan barmenlerden birini gözlem altına aldım. Adamı yaklaşık 3 saat boyunca izledim.
Ve bu süre boyunca sorular sordum kendime.
Neden bazılarımız bazı şeylere diğerlerinden çok daha fazla önem veriyorduk? Bir şeyi diğeri için özel kılan ve sizin / benim için kılmayan şey neydi?
Barmenle senkronize olduğumda bu soruların cevabının çok ama çok yoğun bir his yüzünden olduğunu fark ettim.
Barmen özenliydi, telaşsızdı ve garip bir şekilde huzurluydu. Ben değildim. Geçmişten bahsediyorum. Yani elbette ki ben de daha önce hazırlamıştım cin tonik ama öyle değildi, o şekilde değildi.
Tadı da her ne kadar aynı markayı kullansam da aynı olmamıştı.
Anladım ki o adam orada başka bir şey yapıyor. Başka bir şey yaşıyor.
Neydi peki yaşadığı?
...
Sadece “yaşıyor” olmasın dedim kendi kendime. Aslında ulaşılması gereken nokta ve adamın başardığı şey “sadece yaşayabilmek” olmasın?
Belki dedim o an. Belki sadece bu gibi anlarda yüce, tanrısal ya da adını her ne koymak istiyorsak onunla bağlantıya geçebiliyoruzdur. O zaman bir fark yaratabiliyoruzdur.
Gerçekten yaşadığımız anlarda.

Bugün minnetten söz etmek istiyorum derken bundan bahsediyordum; Varoluşumuzun anlamsız olmadığına dair an içinde yaşadığımız bir doğruluktan.
Mutluluk değil, önce doğruluktan. Doğru yerde doğru şeyi yapıyor olduğumuza dair bir akış hissinden.
Bir amacımızın olduğunu anladığımız, telaşsız, çabasız, huzurlu bir noktadan. Bazen bir saniyeden, şanslıysak şayet belli bir süreden bahsediyordum.

Bir şefin yemeği hazırlarken içinde bulunduğu ruhsal durumu varoluşuna bir teşekkürmüş gibi görüyorum. Tabi bahsettiğim o an, 100 kişiye yemek yetiştirmeye çalıştığı an değil.
Barmenin de durumu bundan farklı değil bana kalırsa. Ressamın, müzisyenin, yazarın, şairin yaşadıkları da aynı.
Ama bu ruhsal durumu sadece sanatsal işlerle ilişkilendirdiğimi düşünmeyin çünkü fark ettim ki aynı durumu spor salonuna gidip elime dambıl’ı aldığımda da yaşıyorum.
Gözlerimi kapatıp barın üstündeki her milimetrik pürüzü, çıkıntıyı hissediyor, parmaklarım ve avuç içimin kaynaşıp demirle bir oluşuna tanık oluyorum.  Zaman duruyor…
O an.. ahh evet tam o an bunu yapmak için yaratıldığımı o kadar iyi biliyorum ki.
Nefesim, hareketsiz duramayan her lifim, içimdeki mağara adamı ve sonsuz öfkem orada bir anlam kazanıyor.

Cumartesi gecesinden sonra minnet duyduğum çok şey olduğunu fark ettim.

Ağırlık kaldırmak, yazmak, motosiklet kullanmak, balık tutmak ve bir kadını sevmek.
Bunlar minnet duyduğum şeylerdi.

Ve ötesinde bir şeyi daha anladım, minnet duyarak yaptığımız her şey ibadetti.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB