Hepsini unuttuk tabi. Oysa öğretmenlerimiz okulda yıllarca
anlatıp durmuştu.
O zamanlar ki lise çağlarından bahsediyorum sınavlar
haricinde hayatlarımıza pek faydasının olmayacağını düşündüğümüz için çok
umursamadık dersleri.
Fizikten bahsediyorum.
Genel tanımı dahi hatırlamıyorsunuz biliyorum. Kendisi “maddeyi,
enerjiyi ve madde ile enerji arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı”oluyor.
Malum hep manevi, ruhsal, ussal, algısal şeylerden bahsedip
duruyorum, o yüzden dedim ki bugün biraz bilimle açıklayalım hayatı, ilişkileri.
Yüzyıllar süren varoluşumun ve haddi hududu belirsiz
milyarlarca analizim neticesinde vardığım tüm çıkarımlar aslında gerçeği
dolaylı yollarla kavradığımı gösterdi bana.
Temel gerçekleri en başta neden göz ardı ettim, nasıl oldu
da gözden kaçırdım onları? Gerçekten bilmiyorum. Oysa cevaplar hep orada
saklıydı. Belki de yolda görmem gereken şeyler vardı. Kimbilir.
Uzatmayalım atom nedir?
Çok çok basitçe anlatmak gerekirse bir çekirdek ve yörüngesindeki
elektronlardan oluşan ve elementin bütün özelliklerini
taşıyan en küçük parçadır.
-Bu yazıda atomdan daha küçük olan kuark, bozon,
mezon,
fermiyon,
baryon
gibi parçacıklardan bahsetmeyeceğim. Zaten eminim siz hepsini biliyorsunuz. ;)
Bir çekirdek ve yörünge dedik. Peki buralarda neler var? Ne
olaylar dönüyor bu minnacık varoluşta?
Öncelikle atom çekirdeği iki parçacıktan oluşuyor. Bunlar
protonlar ve nötronlardan. Sayıları da elementten elemente değişiyor.
Protonlar pozitif elektrik yükü taşıyor nötronlarsa
yüksüzler. Elektron dediğimiz arkadaşlar ise çekirdeğin çevresinde fırıldak
gibi dönüyorlar. Kendileri negatif elektrik yükü barındırıyor ve işin aslı konumları tam bilinemediği için bulunabilecekleri konuma elektron bulutu deniyor.
İsimleri ezberlemek zorunda değilsiniz, burada önemli nokta
her atomun pozitif ve negatif elektrik yükü taşıdığı. Budizm’deki ying yang gibi aynı ve tabii ki her zaman bir denge söz konusu değil.
Bazen atomdaki proton sayısı elektron sayısından fazla
olabiliyor. -yani elektron ya da elektronlarını kaybetmiş olabiliyorlar atom. Bunlara pozitif iyon yani "katyon" diyoruz. Siz katyonu eril enerji
olarak hatırlayın.
Bazen de elektron sayısı proton sayısından fazla oluyor. -dışarıdan elektron almış olabiliyor atom.
Bunlara
da negatif iyon yani "anyon" diyoruz. Bunu da dişil enerji olarak bilin.
Bu iki durumun yaşanmadığı haller de var; proton ve elektron
sayısının eşit olması durumu. Bu atomlara da nötr atomlar diyoruz.
Ben şahsım adına Buddha atom diyorum zira bunlar artık bir
arayış içinde değiller. Tamlar,
unlarını elemiş, eleklerini asmışlar. Meditasyon da
yapmıyorlar, bara diskoya gidip karı kız adam peşinde de koşmuyorlar. -ha bunlar da baştan çıkabiliyor ama şimdi ona
değinmeyeceğim.
Diğerleri ise yani pozitif ya da negatif yüklü kararsız atomlar; ki negatif enerjiye dişil, pozitife ise eril demiştik.
Bunlar durmaksızın bir stabil duruma “ulaşabilme
çabasındalar”.
Tabii ki bu durumu başarabilmenin tek yolu elektron
sayılarını protonlarla eşitlemekten geçiyor.
Elektron sayısı yani negatif /dişil enerji yükü
fazla olanlar; şu elektronumu bir versem de kurtulsam diyor.
Proton sayısı yani pozitif/eril enerji yükü fazla
olanlarsa şimdi şöyle bir elektron olsa da götürsem diyor. Ve evet bir
alışveriş ortaya çıkıyor.
Ama sırf seksten bahsetmiyorum burada. Zaten
eril güç dediğimde inatla erkeği, dişil dediğimde de kadını işaret etmiyorum.
Cinsiyetlerimizin her zaman taşıdığımız enerji
türüyle doğru orantılı olmadığının farkındayım.
Bu anlattıklarımı daha çok bir yük taşıyabilme
oyunu gibi düşünün.
Bir taraf o kadar pozitif ki dengelenebilmek
için negatifi kucaklamak istiyor. Diğer tarafsa bu yükü ondan alabilecek güçte
birini arıyor.
Kim kime neden çekiliyor konusuna oldukça basit
bir şekilde giriş yaptık durumu açıkladık.
Şimdi de teori olarak bu denli basit bir
mekanizmanın neden pratikte tökezlediğini anlamaya çalışalım.
Ne demiştik A
kişisi pozitif yüklü B kişisi ise negatif.
Peki bu kadar basitse bu enerjilerin her bir
araya gelişinde bir neden denge oluşmuyor? Çok basit çünkü biri diğerine fazla
geliyor.
Bu noktada bilim için kendimi feda ediyor ve
örneği kendi hayatımdan veriyorum.
Fazlasıyla katyon bir adamım. -acaba böyle bir
cümle tarihte daha önce kurulmuş mudur?
Yani fazlasıyla eril enerji barındıran
bir adamım diyorum. Bu fazla olma durumunun nedeni ise yukarıda bahsettiğim
durum. Elektronlarım eksik.
Bakın “elektronlarım” diyorum bir tane değil
iki tane değil çok tane. Zamanında çok çok çok fazla elektronumu kaybettim.
Dolayısıyla beni dengeleyebilecek tek şey çok
çok çok fazla elektronu bulunan bir hatun.
Tüm mesele bu işte. Yani dengeyi karşılıklı
eşit yükte ihtiyaçlar belirliyor.
Bir taraf bende iki var diğeri ben üç istiyorum
dediğinde o atom maalesef nötrlenemiyor.
Bu formülü kadın erkek ilişkilerine uyarladığımız
gibi hayatın diğer yönlerine de uygulamamız çok mümkün.
Çevremizdeki insanları ortamları ve olayları düşündüğümüzde
durmaksızın devam eden bu alışverişi görebilirsiniz.
O yüzden her şeyden önce oturup ne olduğumuzu anlamayı tavsiye
ediyorum.
Bunu anladığınızda, ne tür insanları hayatınıza
aldığınızı, nasıl meslekler hobiler uğraşlar seçtiğinizi de görüyorsunuz. Geçmişte yaptığınız
seçimler anlam kazandığı gibi geleceğiniz hakkında da bir fikir sahibi oluyorsunuz.
Bu kadar basit olması sizce de güzel değil mi?
Yeterince anyon muyuz hanımefendi yoksa katyon mu?
Peki hangi seviye bir açlık ya da doygunluk
içindeyiz?
Vermek mi önceliğimiz, almak mı?
İyileştirmek mi
yoksa sarıp sarmalanmak mı?
0 yorum:
Yorum Gönder