Hayatın Sarkacı

15 Kasım 2018 Perşembe 1 yorum

Hayat. 
Hayatın çalkantısı… 
İniş çıkışları.. 
Bir sarkaç gibi aynı.

Normal şartlar altında sarkaçlar bir sağa bir sola sallanır. Tutup yukarıdan bırakırsınız sağa gittikten sonra sahip olduğu momentumla sola yönelir sonra aynı rutin devam eder sağa sola sağa sola sağa sola.
İyi şeyler olur sonra kötü şeyler. İyi hissederiz önce, sonra bir şeyler yaşanır kötü hissederiz. Bu döngü hiç bitmez.
Ama bazen durmuş gibi hissederiz sarkacı. Sanki hep aynı olayı aynı hissi yaşıyormuş gibi. Takılmış gibi.
Bir el tarafından tutulmuş gibidir sarkacımız.



Bütün duygusallığımızdan sıyrılıp gerçekçi olmamız lazım böyle durumlarda. Çünkü sarkaç asla tam olarak durmaz, takılıp kalmaz, evren bizi sadece ve sadece acılara hapsetmez.
Bütün kurallara aykırıdır bu. 
Mantıksızdır. 
İstatistiki olarak da imkansızdır.

Siz hiç kesintiye uğramaksızın yukarıya ya da aşağıya doğru giden bir istatistik çizelgesi gördünüz mü? Bir borsa eğrisi düşünün mesela. Sanmıyorum. Çünkü olmaz. Evren bir “denge çabası” içindedir.
Genel ve uzun vadeli yönelim aşağıya ya da yukarıya doğru olabilir elbette ama bu bir anda gerçekleşmez.
Artılar ve eksiler kendi aralarında ister istemez “kusurlu” bir denge oluşturur, var olmaya devam ederler.
Burada önemli nokta devam edebiliyor oluşlarındadır. Yani birinin varoluşu diğerinin varlığını yok etmez. Dengesiz dahi olsa ortada bir bütün vardır ve işte gerçek dediğimiz, hayat dediğimiz şey de bundan ibarettir. Bir bütün. Kusurlu bir dengenin yani aslında dengesizliğin müdahale edilmezse nihayetinde tükenişe ya da sonsuzluğa ulaşan yolculuğu.

Bu noktada yukarı ve aşağı iyi ve kötü karanlık ve aydınlık kavramları iyice anlamalarını yitirip kime neye hizmet ettikleri belli olmayan saçma kelimelere dönüşüyor benim için.
Neden diye soranlar olabilir tabi. Basitçe anlatmam gerekirse; diyebiliriz ki hiçbir iyi/güzel/pozitif olay, bir insanı şuan olduğundan daha ileriye götüren ortamı sağlayamaz.
Yani başımıza gelen iyi hiçbir şey bizleri daha güçlü daha akıllı daha olgun varlıklara dönüştüremez. Konfor ortamında yaşamını sürdüren kimse gelişmek için bir yönelimde bulunmaz.
Örneğin homo sapienler aç oldukları için strateji geliştirmek zorundaydılar bu yüzden de zekaları gelişti.
Açlık, arzu, sahip olamama, yoksunluk… bütün bu acı kaynakları daha fazlası olmaya zorlarlar bizi. Yani teorik olarak denilebilir ki  bir amaç uğruna çekilen acılar kendilerini tahammül edilebilir kılar.
Kendilerini geçerler.

Öte yandan buradaki en büyük sorun, katlanılan acılar neticesinde ulaşmış olduğumuz güçlü halimizin seçtiğimiz nihai amacı destekleyip desteklemediğinde gizlidir.  
Her ne kadar isabetli tespitler yaptığımızı sansak da özünde yaptığımız tek şey sübjektif çözümlemelerdir ve sıklıkla yanılırız. Dahası aslında nihai bir amaç belirlemek alınabilecek en hatalı karardır. Biz dünkü insanlar değiliz, bir saat önceki insanlar değiliz. Değişiriz. Dolayısıyla yolculuk içinde amaçlar değişebilmeli, araçlar değişebilmeli, yollar değişebilmelidir.

Kendi hayatımda yaptığım hata tam da buydu.
Attığım her adımda, yaşadığım her olayda bir başkası oldum aslında. Bir adım daha uzaklaştım eski halimden. Ama sabit amaçlar belirlemiş, onlara ulaşma yolunda saplanıp kalmıştım.
Oysa yeni halim eski amacımı anlamlı bulmuyordu. Ama bir yanım daha da ciddi bir problem olduğunu söylüyordu.

Yıllar boyu pragmatist bir yaklaşımla kendime sorup durdum; daha güçlü olmak, daha çok bilmek, daha çok yaşamışlık, daha çok algı… Bunlar sahiden işe yarayan şeyler miydi?
İşe yaramak nedir diyorsunuz biliyorum. İşe yaramak diye sorduğumda aslında mutluluğu getiriyor mu diye sorguluyorum.
Bu soruyu sorduğum anda ciddi anlamda canım sıkılır, üzülürdüm.
Zira mental, manevi ve fiziki olarak kendimi daha üst seviye bir halime dönüştürme çabalarım aslında çocuklukta ortaya çıkmıştı. Yani bir ömür harcamıştım bunun için.
O zaman tabii ki en altta yatan sebepten haberim yoktu ama yıllar içinde kendimi çözümlemeye çalıştıkça anladım ki sebep kimsenin beni sevmiyor oluşuydu. Bir şekilde sevilmeye layık değildim. En başta koca kafalı ve çirkindim. Çekingendim. Tüm Dünyaya göre yeteneksiz ve aptaldım da. Rakamlardan korkuyordum. Sonsuzluğu düşündürüyorlardı bana ve algılamaya çalıştıkça sanki aklımı yitiriyordum. Evet tabii ki matematikten anlamıyorsanız aptaldınız. Diğer insanların yapmaktan keyif aldığı şeyleri sevmiyor, onların yargılarını bir türlü anlayamıyordum. Onlar da beni anlamıyordu. Ayrı, uyumsuz, gıcık bulunan bir tiptim.
İşin aslı bu durum hala böyle. Zaten cevap burada saklı.

Ya seçtiğim amaç uğruna doğru acıları seçmemiştim… ya yolda amacımın değiştiğini görememiştim… ya da yukarda bahsettiğim daha da ciddi bir problem vardı ortada…
“Amacım hakkında kendime yalan söylemiştim.”
Acaba gerçekten sevilmek kabul görmek için mi kendimi geliştirmiştim yoksa beni dışlayan, iten, reddeden tüm dünyaya onlardan daha iyi olduğumu kanıtlamak mıydı tüm niyetim? Uzlaşmaktan ziyade çatışmak mıydı amacım? 

Evet. 
Yaptığım buydu. 
Daha fazla yalnız olmayı, sevilmemeyi istemiyorum deyip sahip olduğum tüm hırsla bu durumu daha da derinleştirmek için uğraşmıştım. Gerçekten de yalnız olmak istemiyordum ama yapabildiğim tek şey de insanları itmekti. Kendi çelişkimde sıkışıp kalmıştım.  

Bu arada yukarıda sözünü ettiğim acı kavramını çilecilik ile karıştırmayın. Bana göre acıların hizmet etme şekli bizleri dönüştürebilme güçleridir.
Bahsettiğim şey tamamen bu. Yani dönüşüm yolunda doğru acılar seçtik mi? Seçiyor muyuz?
Bugün burada oturup diyebiliyor muyuz?

Şu an kim olduğumu tüm karanlık ve aydınlık yanlarımı biliyorum.
Şu an her ne kadar yasak, ayıp, iyi, kötü, gerçek ya da ütopik olsa da ne istediğimi biliyorum.
Ve şu an çektiğim bütün acılar ve yaptıklarım bunlara hizmet ediyor.

İşte tüm mesele bu. Yoksa evrenin bize işkence ettiği falan yok. Kendimize yapıyoruz her şeyi.

Kendimizi görmeye korkarak, kendimize dürüst olmaya korkarak, kendimiz olmaya korkarak kendimizi hayatın sarkacının tek tarafına, anlamsızlığa hapsediyoruz.

1 yorum:

  • Özen dedi ki...

    Kendimi anlatmaya çalışsam sanırım senin satırlarındaki kadar iyi anlatamazdım. Yalnız olmadığını ve benzer ruhlara sahip birilerinin daha olduğunu keşfetmek güzel.
    Kendimi okumaktan zevk alırken bunu bir başkasının kaleminden okumak da ayrı bir lezzetli.
    İnsanlara iltifat etmeyi sevmem zaten insan da sevmem -ki seninle kesişme sebebimiz sanırım buydu- sonuç olarak bunlar iltifat değil. Gerçi sen bunu zaten biliyorsun.
    Karşılaşmamızı sen mi planladın ben mi bilmiyorum ama geldim ben...

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB