Geçen gün trajikomik bir olay
yaşadım. Aslında küçük bir hikaye demek daha doğru olur.
Hayatta belirlediğimiz
hedeflere ve onlara ulaşma yolunda yaşadıklarımıza dairdi.
Şimdi dikkat ediyorum da dünkü
yazım da bu konuyla ilgiliymiş. Demek ki olaydan epey etkilenmişim. Her neyse
başlıyorum;
Geçen hafta Salı günü,
Çarşamba akşamı gerçekleşecek olan özel bir şirket etkinliği için gömlek giymem
gerektiği bilgisi tarafıma iletildi.
Ki daha önceki iş yerim
nedeniyle haftanın beş günü gömlek giyen biri olarak gömleklerden nefret
ettiğimi söylemeliyim.
Bilginin tarafıma iletildiği
saat itibariyle yeni bir gömlek almam olası değildi. Zira alsam da omuz bel
oranım yüzünden standart bir gömleğin üstüme olması imkansızdı. Terzi tadilatı görmesi şarttı.
Ha eski gömlekler ne oldu
diyeceksiniz hemen anlatayım;
Eski işimden ayrıldığım günün
akşamında tüm gömlek ve kravatlarımı bir tepki mahiyetinde makasla kesmek suretiyle
imha etmiştim. Ayrıca çevremde ne dost ne akraba evlendirmedik tek bir bir
insan dahi kalmadığı için bir daha düğünlere katılmayacağımı düşünerek bunu
yapmakta bir mani de görmemiştim.
Her neyse gardırobu
kurcalayınca neticede diplerde buldum bir tane. Şile bezi, hakim yaka, somon
rengi dandik bir şeydi ama alternatifi yoktu. Sabah oldu, geçirdim üstüme gittim
işe.
Mesai bitiminde de etkinliğe
geçtim.
Etkinlik güzeldi. Yedik içtik
sohbet muhabbet… Sonra biraz daha içtik. Biraz daha, biraz daha. İnsanlar yavaş
yavaş dengelerini yitirmeye başladılar ve nihayet içlerinden biri elindeki
şarap bardağını üstüme boca etti. Haliyle gömlek tarumar oldu.
Önemli mi? Hayır tabii ki
değil. Dünyanın en güzel gömleği dahi olsa önemli olmazdı, ki o gömlek Dünya’nın
en kötü gömleği olabilirdi. -ilk onu zorlardı ona eminim.
Tahmin edeceğiniz üzere döken
arkadaş özürler diledi nasıl temizleyeceğime dair tüyolar vermeye başladı. Yok
öyle yıkamak lazım yok şunu dökmek gerek şeklinde bir dolu anlattı da anlattı.
Dedim ki çok rica ederim hiç
önemli değil, lütfen rahat ol ben zaten eve gidince çöpe atacağım bunu. “Gömlekleri
sevmiyorum.”
Aa hayır yok öyle olmaz “kurtarılır
o gömlek”, o bu şu derken çok şükür etkinlik sona erdi dağıldık evlere.
Anahtarı çevirip evin
kapısını açtım, boy aynasındaki yansımam karşıladı. Boydan boya lekeli bir gömlek
hatta alnımın üst kısımlarına bile sıçramıştı şarap. Yüzümü yıkadım, çıkardım
gömleği elimde buruşturup top yaptım tam çöpe atacaktım ki. Arkadaşımın sözleri
aklıma geldi.
-Kurtarılabilir miydi gerçekten
gömlek?
Bir şans vermek istedim
gömleğe. Attım makineye deterjan, oxi, yumuşatıcı, bıdı bıdı ne varsa ekledim yıkadım.
Ve inanın bana durulama boyunca makinenin başından ayrılmadım. Tamamlandı
sonunda, bir hışımla açtım kapağı çıkardım gömleği. Ama sadece birazcık azalmıştı
leke.
Hımm dedim acaba bir kez daha
mı denesek? Evet ya dedim, mantıken bir bu kadar daha azalsa leke ikinci ya da
üçüncü yıkayışta sonunda ortadan kalkacaktı. Gömleği tam beş kez yıkadım. Beş.
İlk üçü arka arkaya diğer ikisi kurumasına izin verdikten sonra. Ve biliyor
musunuz leke sonunda gerçekten kayboldu. Aynada şöyle bir kendime baktım, helal
olsun be Batu sana dedim. Ardından gurur
içinde astım gömleği askıya. Kurumaya bıraktım.
Ertesi gün askıyı elime aldım, lekesiz gömleğe göz attım. Tertemizdi.
Ama…
Ama sanki bir yanlışlık
vardı.
Yanlışlığı anlamam yaklaşık
30 saniyemi aldı. Yıkama süresince lekeye o denli takmıştım ki tişörtün rengini
fark etmemiştim. Gömlek pembeydi. Bildiğiniz pembe.
Ara sıra yaptığım bir hatadır
bu. Bordo tişörtleri renklilerle aynı seferde yıkamak.
Makinenin içindeki bordo
tişörtü beş tam yıkama boyunca orada unutmuştum. Artık pembe bir gömleğim
vardı.
Hay Batu dedim senin kafana zıçayım.
Onca deterjan.. onca elektrik… onca su… onca hevesli umut dolu bekleyiş… hepsi
boşaydı.
Emeklerim boşa çıkmıştı.
...
Ama durun bir dakika ya…
Mesele gerçekten gömleğin
rengi miydi ki? Ya eskisi gibi somon rengi olsaydı…? Bu sevinmem gereken bir
şey mi olurdu? Bir başarı mıydı?
-Ben gömleklerden nefret
etmiyor muydum?
En başta bu gömleği neden
yıkamayı seçmiştim peki? Ne ara, kim sokmuştu bunu aklıma? Aslında kimse. Bu sadece bir tutumdu.
Gömleğin “kurtarılabilir”
olduğu düşüncesiydi bunu yapan. Zayıf yanımdı. Herkesi ve her şeyi kurtarmak,
onlara yardım etmek isterdim çünkü.
O şeyi gerçekten isteyip
istemediğimden bağımsız olarak üstlenirdim görevi.
Ve o an bu görevi de
üstlenmiştim.
Bazılarımız böyledir.
Bazılarımız herkesi kurtarması gerektiğini ve dahası kurtarabileceğini düşünür.
Kendini öteler, başkalarının varoluşunu kendi yaşamının önüne koyar.
Bu hatayı daha önce o kadar
çok kez yapmıştım ki.. Aşk, iş, insan ilişkileri ve sayamadığım diğer tüm platformları
düşünün.
Hepsinin sonunda elde ettiğim iki şey
olmuştu; İlki, ikinci sıraya atılmış, yanlış önceliklendirilmiş bir yaşam ikincisi ise ihtiyacım olmayan
insanlar, işler, ilişkiler.
Vay be dedim kendi kendime, sanırım yaşadıklarımdan pek ders almıyorum...
Konu gömlekten çıkıp buralara
geldi biliyorum ama beni birazcık tanıyanlar bilir, bence mikro olaylar, makroda
da aynı şekilde hayat bulur.
Yukarıdaki aşağıdaki gibidir.
Davranışlarımız, en basitten
en ciddiye aldığımız tüm kararlarımız, bütün katmanlarda aynı mekanizmayla
gerçekleşir.
Ve küçük sandığımız bir
hatamız, yanlış bir algımız veya değiştirmekten geri durduğumuz önemsiz
sandığımız tutumlarımız... bütün hayatımızın teması haline gelir.
Benim dersim ise yine kendini tekrarlıyordu. Bu kez anlamalıydım.
Herkes
kurtarılmaya layık değildi ve hiç kimse, herkesin kahramanı olamazdı.
0 yorum:
Yorum Gönder