Cuma akşamı İstanbul karlıydı. Yerler pek tuttu diyemem ama iyi yağıyordu gerçekten. İşten çıktım. 18 civarıydı. Pek çoğunuz gibi ben de hızla evime ulaşmak için çabalıyordum. Bilenleriniz vardır belki o saatlerde Maslak'tan Beşiktaş'a dönmek tam bir işkence oluyor özellikle de kara yolu kullanmaya kalkarsanız. O yüzden önce metroya biniyorum Gayrettepe durağında indikten sonra da dolmuşla geçiyorum anavatanıma. (Beşiktaş'a anavatanım derim hep) Kar yağdığı günlerde ise bu bahsettiğim ikinci aşama hemen her seferinde iptal oluyor çünkü ne dolmuş geliyor ne de otobüs. Böyle zamanlarda metrobüs durağından yürüyerek eve geçiyorum.
Cuma günü de öyle yaptım.
Bu arada çok hızlı yürürüm. Daha doğrusu bir amacım olduğunda çok çok hızlı yürürüm. Belki herkes öyle yapıyordur ama sanırım ben sizden de hızlı yürüyorum. Bugün bahsetmek istediğim şey de bununla ilgili zaten.
Dediğim gibi dolmuş gelmiyordu 10 dakikalık ufak bir bekleyişin ardından üşümeye başlamıştım. Kafamı Beşiktaş yönüne çevirdim, derin bir nefes aldım ve yola koyuldum. 3 saniye içinde 1 2 3 4 ve sonunda 5. vitese taktım. Büyük ve hızlı adımlarla yuvama doğru yol almaya başladım. Benim gibi başkaları da vardı tabi yolda. Onu geçtim, bunu geçtim, kafamı kaldırıp ufukta güçlükle gördüğüm adamı bile 2 dakika sonra geçtim. Dalgaları yarıp geçen güçlü bir katamaran gibi emin adımlarla ilerliyordum. Bazıları hızlıydı ama tabi ki benim kadar değil. Olamazlardı. Derken sağ arka tarafımda bir gölge gördüm. Şimdi düşününce sağ arkamı nasıl gördüğümü ben de bilmiyorum belki sadece hissetmişimdir. Her neyse. Tedirgin oldum. Acaba biri bana yaklaşıyor muydu? Yaklaşabilir miydi? Yetişebilir miydi gerçekten? Hayır dedim kendi kendime. Öyle bir şey olamaz. Kendi gölgem olmalıydı gördüğüm. İki saniye sonra fikrim değişti.
Biri bana yaklaşmıştı. Derken yaklaşmakla kalmadı bana ulaştı. Artık başa baş durumdaydık. Aynı hat boyunca bitiş çizgisine ulaşmaya çalışan iki yarış atı gibiydik. Bazen bir adım o öne geçiyordu bazen ben. Kabul edemezdim bu durumu. Ufak bir bakış atıp adamı süzdüm. Benden uzun boyluydu ve daha gençti. O sırada onun da bana baktığını gördüm. İkimiz de başımızı öne çevirip devam ettik kar altında yürümeye. O noktadan sonra bir daha göz göze gelmedik ama savaş çoktan başlamıştı. Gittikçe daha da hızlandık. Her saniye daha da büyük daha da seri adımlar atmaya başladık. Hangimiz kazanacaktı? Ben dedim ben... tabi ki ben kazanacağım. Ama öyle olmuyordu adam benden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı. 1 boy 2 boy 3 boy derken aramızdaki mesafe 10 metreyi buldu. Bacak boyu dedim kendi kendime. Bacak boyu yüzünden olmalıydı. Her adımda benden daha fazla yol katediyordu. Hemen bir yol bulmalıydım dezavantajımı kapatmak için. Arka bacağımı bir parça daha kırarak adım boyumu daha da uzattım. Bacaklarıma daha da fazla yüklendim. Neredeyse hafif koşu hızına ulaşmıştım. Biran koşsam mı ki diye geçirdim içimden. Hayır hayır ne saçmalıyordum koşan baştan kaybederdi kurallarıyla yenmeliydim onu. Olmuyordu.
Yetmiyordu hiç bir yaptığım. Adam gittikçe daha da uzaklaştı. Geride kaldım. Moralim bozuldu. Benden hızlıydı.
Henüz Beşiktaş'a ulaşamamıştık ama bu şartlar altında ondan önce ulaşmama imkan da yoktu. Sonuç ortadaydı, kaçınılmazdı.
Yenilecektim.
Derken bir şey oldu. Yaklaşmaya başlıyordum adama. 3 boy 2 boy 1 boy.. Ve derken tekrar yan yana geldik. Birbirimize hiç bakmadık ama periferik bir bakışla yüzünü takip ettim. Sıkıntılı ifadesi hoşuma gitti. Daha fazla devam edemiyordu. Temposunu koruyamadığını anladım yorulmuş olmalıydı. Cesaretimi geri kazandım ve devam ettim. 1 boy 2 boy 3 boy...
Önüne geçtim ve sonunda yendim onu.
Anavatanıma ulaştığımda suratımda Roma'lı bir generalin küstahlığı vardı. Atımın üstünde, vakur duruşumla selamladım esnafı. İnsanlar dükkanlarından çıkıp, 30 saniye fark atarak yendiğim rakibimi yuhaladılar. Ardından sıra olup gelip tebriklerini ilettiler.
...
Eve doğru yokuşa çıkmaya başladığımda kendime geldim. Ne kadar aptaldım. Ne kadar aptaldık. Hepimiz. Ama bir o kadar da komiktik.
Komik yaratıklardık biz erkekler. Yaş kaç olursa olsun hep bir rekabet, hep bir güç savaşı... kendi uydurmamız bir sidik yarışı. Ve o önüne geçilemez dağlar kadar büyük egolarımız tabi ki.
Kan ter içinde kalmış bir halde salya sümük girdim evin kapısından içeri. Yaşlı köpeğinde hala iş var dedim kadınıma sarılarak. Dudaklarından öptüm. Anlamadı tabi. Bilmiyordu nasıl yorucu bir çatışmadan çıktığımı.
O gece, belki en hızlı değil ama hala en dayanıklı olduğumu bilmenin erkeksi aptal gururuyla mışıl mışıl uyudum.
0 yorum:
Yorum Gönder