Günaydın, iyi haftalar, mutlu pazartesiler, ve tabi ki allah kurtarsın...
Evet haftaya son sürat başladık yine. Tatil bitti iş günü başladı. Sabah kahvemi içtim, saçlarımı jöleledim, siyah gömleğimi giydim, kurumsal kimliğime büründüm ve işte yine burdayım.
Bugün diyorum ki konumuz arzu nesneleri olsun? Olsun mu? Olsun olsun. Zira sabah iş arkadaşımın gözündeki pırıltıyı görseydiniz siz de olsun derdiniz. Adını vermeyeyim şimdi belki rahatsız olur onun yerine Ertan diyelim kendisine.
Ertan bu sabah çok mutluydu dediğim gibi gözleri ışıl ışıldı, gülüyordu. Yeri gelmişken söyleyeyim; masalarımız karşılıklı Ertanla, aramızda sadece bir masa paravanı var. Normal şartlar altında ileriye baktığımızda birbirimizin yalnızca alnını görebiliyoruz. Yani göz teması kurup birbirimize bir şey söylememiz gerektiğinde başlarımızı mirketler gibi yukarı uzatmak zorunda kalıyoruz. (Mirket nedir bilmeyen varsa lütfen bir zahmet aratsın Google amcada) Mesainin başlamasıyla birlikte Ertan başını uzattı yukarı doğru onun hamlesini görünce anladım tabi bir şeyler söylemek istediğini bende uzattım kafamı. Dümdüz gülüyordu. Yani herhangi bir şey söylemeye yeltenmeden öylece gülerek duruyordu. Onu görünce ben de güldüm. Bu tür gülüşleri çok severim çünkü katıksızdırlar, gülmekten daha öte bir anlamları yoktur. Bilinçsiz, saf bir sevinç hali sadece. Sonra başımı sağa sola sallayıp, sordum; neye gülüyorsun diye. Ayağa kalkıp yanıma geldi, eğilerek kulağıma doğru fısıldadı;
-Haftasonu 4K bir televizyon aldım ki sorma.
Sormadım. Yani daha doğrusu “e anlat nasıl bir televizyon aldın diye sormadım”. Niye ki diye sordum.
-Niye aldın oğlum televizyon mu yoktu evde? Eski miydi? Bozuk muydu?
Hiç biri değilmiş. Ama bu yeni aldığı televizyonu vitrinde görünce aşka kapılmış bizimki, kendi değimiyle “televizyon ateş ediyormuş”. Bu arada bu, görece olarak yeni bir argo deyim hiç duymamış olanlar için kısaca şöyle açıklayabiliriz; Yani bahsi edilen kişi ya da eşya o kadar gösterişli o kadar çekici, alımlı ki tüm dikkatleri üstüne çekiyor. Kendisini farketmemek veya ona sahip olmayı istememek imkansız.
Eee dedim ne yapacaksın 4K televizyonla? (Şimdi farketim ki 4K ne demek hiç açıklamadık, hepiniz biliyordur kesin ama belki nineler dedeler vardır onlar için de açıklayalım; 4K demek, Ultra çözünürlük demek yani ingilizce Full Hd dediğimiz türkçesi “Tam Yüksek Çözünürlük” olan çözünürlük seviyesinin 4 katı)
Sorularıma devam ettim. -4K Blurayin var mı? Yok. Alacak mısın? Çok pahalı alamam. –İnternetten indir o zaman. Olmaz dosyalar çok büyük kotayı aşar dedi. E dedim ne yapacaksın 4K televizyonla o zaman? Çok güzel Play Station oynanır dedi. Var mı ki 4K oyun Playstation için? Bilmem Playstation’ım yok ki dedi.
Buyrun Ertan Bey dedim artık sizi masanıza geri alalım. Oturdu yerine, mirket başlarımızı geri çektik ardından ben yazmaya koyuldum.
Arzu nesneleri.. Onlar her yerdeler. Hepimiz için varlar. Ertan gibi benim de arzu nesnelerim var. Yani kuru kuruya sadece sahip olmayı isteyip aldığım, sahip olduktan sonra hiç bir amaca hizmet etmediğini, yaşamıma hiç bir katkıda bulunmadığını anladığım boş yere hayatımda yer kaplayan eşyalar... ve hatta insanlar... olaylar. Evler, arabalar, mobilyalar, televizyonlar, telefonlar, kılık kıyafetler, yüksek topuklu silikonlu kadınlar, biskolata erkekleri, fantaziler, partiler...
Acaba? Acaba? Acaba?
Hep bu acabalar yüzden oluyor. Acaba o bir türlü sahip olamadığımız mutluluğa buna sahip olduğumuzda ulaşabilecek miyiz? Televizyonumuzu, monitörümüzü, elbisemizi, evimizi, telefonumuzu ve hatta sevgilimizi değiştirirsek bir fark yaratıp da Nirvana'ya ulaşabilecek miyiz? Kendimizi değiştirmekten aciz olduğumuz için değiştirebileceğimiz şeylerde arıyoruz sözde kurtuluşu.
Sistem bizi uyutmak zorunda bu bir gerçek. Köleliğimizin devamlılığını garanti almalı yoksa biliyor ki kendisi çökecek. Dolayısıyla bizi buna sürüklüyorlar. İnternetten alışveriş çılgınlığıyla, sözde indirimlerle, binlerce çeşit, binlerce model, binlerce renkte, binlerce varyasyonla vuruyorlar bize.
Evet gerçekten ateş ediyorlar bize. Ruhlarımızın bu aynılıklar havuzu içinde boğulduğunu çok iyi biliyorlar. Sıkıldığımızı çok iyi biliyorlar. İhtiyacımız olmayan şeyleri sanki onlarsız yapamazmışız gibi gösterip yüzümüze bakarak yalan söylüyorlar.
Bir yandan sömürüyorlar, bir yandan bir ton para verip satın aldığımız kendi oyuncaklarıyla eyleyip kandırıyorlar bizi.
Bir yandan sömürüyorlar, bir yandan bir ton para verip satın aldığımız kendi oyuncaklarıyla eyleyip kandırıyorlar bizi.
Şu kolumdaki saate bakıyorum da. Bütün samimiyetimle diyebilirim ki; Zamanı büküyor olsaydı bile buna bu kadar para verilmezdi. Yazık ettim. Neyse ki artık etmiyorum kestim. Daha çok kazandıkça unutuyoruz gidiyor azın değerini ama kolay kazanılmıyor para.
İçinde yaşadığımız, elimizi eteğimizi çekmekte her saniye daha da zorlandığımız ve korkunç olanı da aslında kendi beslediğimiz bu döngüsel tutsaklık çarkını bir gün kırabilmemiz umuduyla...
Kendinize iyi bakın.
Pazartesiniz çabuk geçsin
Kendinize iyi bakın.
Pazartesiniz çabuk geçsin
0 yorum:
Yorum Gönder