Rakı Sofrası
Akşam olsa da içsek değil mi?
Baksanıza hava da güzel. Güneşli ışıl ışıl. Bulutsuz. Efil efil de esiyor.
Akşam balık pazarına gidip kurulsak mı bir rakı sofrasına?
Evet ya bugün yapmalı bunu. Ahtapor ızgara, levrek marin , girit ezme bekleyin beni geliyorum.
İlk rakı içtiğim gün geldi aklıma. Yaşım küçüktü. Babam yanımdaydı. İzmir’de yaşıyorduk o dönem. Onunla birlikte denememi istemişti ilk kez. Bence mantıklı. Ben de yarın çocuk sahibi olsam onun gibi yaparım. Düşecekse benim yanımda düşsün, sapıtsın.
Sürekli müşterisi olduğumuz bir balık restoranı vardı. Öğle vakti gittik oturduk. Peynir, meze herşey geldi. Rakıyı açıp bir tek koydular önüme. Biraz da su eklediler.
Hadi dedi peder iç bakalım. Küçük bir yudum aldım. Iyk.
-Bu ne be! Bunu nasıl içer ki insan? Herkes ilk seferinde öyle der dedi. İkinci yudumu aldım. Iyk ötesi. Eyvah dedim ben bunu içemeyeceğim galiba. Baba dedim bu bok gibi bir şey. Güldü.
-Sevmediysen içme.
Bir iki deneme daha yaptım. Olmadı. Başaramadım.
Dedim baba, biz bunu niye sulandırıp içiyoruz? Hanımevladı mıyız? Söylemeyi unutmuşum yaş 14 bu arada. Dün söyledim ya ben büyük konuşmayı hep severdim diye. Bu da onlardan biri işte.
-Sulusunu içemiyorsun daha, seki nasıl içeceksin?
Bir deneyeyim dedim.
Getir dedim hancı bağırarak.(abi bakar mısın?) Temiz kadeh getir.(başka bardak var mı?) Getirdi. Elini korkak alıştırma, doldur dedim ağzına kadar(az koy abi az) Domuz sıkısı yaptı kadehi.(tek bile denemezdi aslında) Diktim kadehi kafaya. (ufak bir yudum aldım işte anlayın)
Fakat;
Kadehin masadan ayrılıp yeniden masaya kavuştuğu zaman zarfı içinde Dünya değişmişti.
Tüm kötü adamlar ölmüş, yangınlar sönmüş, kediler ağaçlardan kurtarılmış, sevenler kavuşmuştu sanki. Çok daha güzel bir yer olmuştu yeryüzü. Muhteşemdi tadı.
Baba dedim bu harika bir şey.
Gözlerini dalga geçer gibi kaydırıp yavaş iç dedi yavaş.
Çok yavaş içemedim. Yudumlar aynı boyuttaydı ama sekti rakı sonuçta. 3-4 yudumda bitiyordu kadeh. Kalamara da abanıyordum. Yapma dedi. Böyle rakı içilmez . Yemek yemeye değil rakı içmeye geldik buraya. Ufak ufak. Tat versin, mide dolmasın. Ki içeceksen zaten miden dolu olmamalı çok fazla.
O gün başaramadım bu ufak ufak yeme olayını ama zamanla gelişti.
2-3 kadeh içtim sanırım o gün. Kalktık masadan döndük eve. Sallanmadım da.
O zamanlar anlamıştım iyi kötü. Ben pek sarhoş olamıyordum. Etkilenmiyordum.
Dozu biraz arttırmak gerekebilirdi ileride.
Ayrıca cıvık şeyleri sevmediğimi de anlamıştım.
Seyreltilmiş, hafifletilmiş, yumuşatılmış şeyler bana göre değildi nedense.
Sonraki yıllar teyit etti hepsini. Fazlasıyla hem de.
Herşey komik geliyor bana bazen. Komik geliyor yaşam. Herşeyin birbiriyle bağlantısının olduğunu görmek... Komik geliyor işte.
Biliyor musunuz insan rakı sofrasındaki gibi yaşıyor hayatı. Sofrayı paylaşacağı kişiyi seçip, istediği köşede bir masa seçiyor önce. Renk renk mezelerden seçip koyuyorlar önüne. Kimi acı şeyleri seviyor. Kimi tatlı. Kimi tuzlu. Kimi ekşi.
Kimi buzlu badem istiyor. Kimi hiçbir şey istemiyor. Bazısına erik beyaz leblebi bile kafi.
Neyi nasıl içebileceğini çok iyi biliyor insan. Biliyorum yükü omuzdan atmak için çok içmek gerekebiliyor bazen. Çok ağır da olabiliyor kafayı bulup gerçekleri unutmanın bedeli. Ama seçimler her zaman gerekli.
Benim de dikildi başıma garson.
Nasıl istersin yaşamı dedi.
Masada çok oturacak değilim dedim. -Sek olsun rakım. Az, öz, hızlı. Vursun geçsin. Vaktimi çalmasın.
Dinledi lafımı.
Sofram gibi bir hayat seçtim ben de. Susuz. Acı ve tuz dolu benimki. Efkar, mutluluk ve kederi onurlandırmak için oturdum sofraya. Yemeğe değil içmeye geldim. Hepimize afiyet olsun.
Batu Yazan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder