Somon Rengi Bir Gömlek Hakkında

16 Kasım 2018 Cuma 0 yorum

Geçen gün trajikomik bir olay yaşadım. Aslında küçük bir hikaye demek daha doğru olur.
Hayatta belirlediğimiz hedeflere ve onlara ulaşma yolunda yaşadıklarımıza dairdi.
Şimdi dikkat ediyorum da dünkü yazım da bu konuyla ilgiliymiş. Demek ki olaydan epey etkilenmişim. Her neyse başlıyorum;



Geçen hafta Salı günü, Çarşamba akşamı gerçekleşecek olan özel bir şirket etkinliği için gömlek giymem gerektiği bilgisi tarafıma iletildi.
Ki daha önceki iş yerim nedeniyle haftanın beş günü gömlek giyen biri olarak gömleklerden nefret ettiğimi söylemeliyim.
Bilginin tarafıma iletildiği saat itibariyle yeni bir gömlek almam olası değildi. Zira alsam da omuz bel oranım yüzünden standart bir gömleğin üstüme olması imkansızdı. Terzi tadilatı görmesi şarttı.
Ha eski gömlekler ne oldu diyeceksiniz hemen anlatayım;
Eski işimden ayrıldığım günün akşamında tüm gömlek ve kravatlarımı bir tepki mahiyetinde makasla kesmek suretiyle imha etmiştim. Ayrıca çevremde ne dost ne akraba evlendirmedik tek bir bir insan dahi kalmadığı için bir daha düğünlere katılmayacağımı düşünerek bunu yapmakta bir mani de görmemiştim.
Her neyse gardırobu kurcalayınca neticede diplerde buldum bir tane. Şile bezi, hakim yaka, somon rengi dandik bir şeydi ama alternatifi yoktu. Sabah oldu, geçirdim üstüme gittim işe.
Mesai bitiminde de etkinliğe geçtim.
Etkinlik güzeldi. Yedik içtik sohbet muhabbet… Sonra biraz daha içtik. Biraz daha, biraz daha. İnsanlar yavaş yavaş dengelerini yitirmeye başladılar ve nihayet içlerinden biri elindeki şarap bardağını üstüme boca etti. Haliyle gömlek tarumar oldu.
Önemli mi? Hayır tabii ki değil. Dünyanın en güzel gömleği dahi olsa önemli olmazdı, ki o gömlek Dünya’nın en kötü gömleği olabilirdi. -ilk onu zorlardı ona eminim.
Tahmin edeceğiniz üzere döken arkadaş özürler diledi nasıl temizleyeceğime dair tüyolar vermeye başladı. Yok öyle yıkamak lazım yok şunu dökmek gerek şeklinde bir dolu anlattı da anlattı.
Dedim ki çok rica ederim hiç önemli değil, lütfen rahat ol ben zaten eve gidince çöpe atacağım bunu. “Gömlekleri sevmiyorum.”
Aa hayır yok öyle olmaz “kurtarılır o gömlek”, o bu şu derken çok şükür etkinlik sona erdi dağıldık evlere.
Anahtarı çevirip evin kapısını açtım, boy aynasındaki yansımam karşıladı. Boydan boya lekeli bir gömlek hatta alnımın üst kısımlarına bile sıçramıştı şarap. Yüzümü yıkadım, çıkardım gömleği elimde buruşturup top yaptım tam çöpe atacaktım ki. Arkadaşımın sözleri aklıma geldi.
-Kurtarılabilir miydi gerçekten gömlek?
Bir şans vermek istedim gömleğe. Attım makineye deterjan, oxi, yumuşatıcı, bıdı bıdı ne varsa ekledim yıkadım. Ve inanın bana durulama boyunca makinenin başından ayrılmadım. Tamamlandı sonunda, bir hışımla açtım kapağı çıkardım gömleği. Ama sadece birazcık azalmıştı leke.
Hımm dedim acaba bir kez daha mı denesek? Evet ya dedim, mantıken bir bu kadar daha azalsa leke ikinci ya da üçüncü yıkayışta sonunda ortadan kalkacaktı. Gömleği tam beş kez yıkadım. Beş. İlk üçü arka arkaya diğer ikisi kurumasına izin verdikten sonra. Ve biliyor musunuz leke sonunda gerçekten kayboldu. Aynada şöyle bir kendime baktım, helal olsun be Batu sana dedim. Ardından gurur içinde astım gömleği askıya. Kurumaya bıraktım. 
Ertesi gün askıyı elime aldım, lekesiz gömleğe göz attım. Tertemizdi.
Ama…
Ama sanki bir yanlışlık vardı.
Yanlışlığı anlamam yaklaşık 30 saniyemi aldı. Yıkama süresince lekeye o denli takmıştım ki tişörtün rengini fark etmemiştim. Gömlek pembeydi. Bildiğiniz pembe.
Ara sıra yaptığım bir hatadır bu. Bordo tişörtleri renklilerle aynı seferde yıkamak.
Makinenin içindeki bordo tişörtü beş tam yıkama boyunca orada unutmuştum. Artık pembe bir gömleğim vardı.
Hay Batu dedim senin kafana zıçayım. Onca deterjan.. onca elektrik… onca su… onca hevesli umut dolu bekleyiş… hepsi boşaydı. 
Emeklerim boşa çıkmıştı.
...
Ama durun bir dakika ya…
Mesele gerçekten gömleğin rengi miydi ki? Ya eskisi gibi somon rengi olsaydı…? Bu sevinmem gereken bir şey mi olurdu? Bir başarı mıydı?
-Ben gömleklerden nefret etmiyor muydum?
En başta bu gömleği neden yıkamayı seçmiştim peki? Ne ara, kim sokmuştu bunu aklıma? Aslında kimse. Bu sadece bir tutumdu.
Gömleğin “kurtarılabilir” olduğu düşüncesiydi bunu yapan. Zayıf yanımdı. Herkesi ve her şeyi kurtarmak, onlara yardım etmek isterdim çünkü.
O şeyi gerçekten isteyip istemediğimden bağımsız olarak üstlenirdim görevi.
Ve o an bu görevi de üstlenmiştim.
Bazılarımız böyledir. Bazılarımız herkesi kurtarması gerektiğini ve dahası kurtarabileceğini düşünür. Kendini öteler, başkalarının varoluşunu kendi yaşamının önüne koyar.

Bu hatayı daha önce o kadar çok kez yapmıştım ki.. Aşk, iş, insan ilişkileri ve sayamadığım diğer tüm platformları düşünün.
Hepsinin sonunda elde ettiğim iki şey olmuştu; İlki, ikinci sıraya atılmış, yanlış önceliklendirilmiş  bir yaşam ikincisi ise ihtiyacım olmayan insanlar, işler, ilişkiler. 
Vay be dedim kendi kendime, sanırım yaşadıklarımdan pek ders almıyorum...

Konu gömlekten çıkıp buralara geldi biliyorum ama beni birazcık tanıyanlar bilir, bence mikro olaylar, makroda da aynı şekilde hayat bulur.
Yukarıdaki aşağıdaki gibidir.
Davranışlarımız, en basitten en ciddiye aldığımız tüm kararlarımız, bütün katmanlarda aynı mekanizmayla gerçekleşir.
Ve küçük sandığımız bir hatamız, yanlış bir algımız veya değiştirmekten geri durduğumuz önemsiz sandığımız tutumlarımız... bütün hayatımızın teması haline gelir.

Benim dersim ise yine kendini tekrarlıyordu. Bu kez anlamalıydım.
Herkes kurtarılmaya layık değildi ve hiç kimse, herkesin kahramanı olamazdı.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB