Bir zamanlar tanıdığım biri,
kalabalık bir sohbet esnasında “çok doğru evrilip, çok yanlış biri olmak” diye
bir durum var demişti.
Gecenin bir körüydü bunu
söylediğinde ve her zamanki gibi çok içmişti herkes. Dolayısıyla kazara mı kurmuştu
bu cümleyi yoksa bilerek mi hala emin değilim.
Emin değilim çünkü bana öyle
çok düşünen, derin bir kişiliği varmış gibi gelmemişti ve argümanını destekleyecek
örnekler de göstermemişti. Açıkçası karşımdaki kişinin “çok doğru” evrildiğini
de düşünmüyordum.
Gerçi önemi yoktu bunun. Yani
sözü söyleyenin ne dediğinin farkında olup olmasının bir önemi yoktu artık. Sadece
“amacının” önemi vardı.
Bu tür soruları artık basite
indirgiyor ve cevabı da aynı şekilde basitleştiriyorum. Sadece benim için
diyorum. Ben duyayım diye kuruldu bu cümle, hepsi bu.
Peki doğru muydu bu? Olabilir
miydi? Cümlenin benim için kurulup kurulmamasında bahsetmiyorum. Yani doğru
yolda ilerleyip yanlış bir yere varılabilir miydi?
Her şeyi doğru yaptığını
bilip, yine de uzaklaşmak insanlıktan... daha da durağanlaşmak... yalnızlaşmak…
daha da çok “yok olmaya duyulan bir özlem” bu gerçekten olabilir miydi?
Biliyorum ki doğru ve yanlış
kavramlarının içine girdiği her konu tamamen sübjektif.
Yani asıl soru; doğru şeyleri
yaptığını düşünüp, ulaştığın yerdeki muazzam yanlışlık hissinde saklı.
Lanet olsun daha ne
yapmalıyım? Daha ne olmalıyım? Ve nerede olmalıyım ki daha iyi hissedebileyim?
Bunu çözümlemeye kalktığımda
iki dünyayı da sorgulamam gerektiğini biliyordum. İlki iç dünyam dediğim yerdi.
Yani kalbimin, zihnimin ve ruhumun kesiştiği, uzlaştığı o küçük alan.
Buraya çekirdek, merkez ve çoğunlukla
da benlik derim. İlk soru buydu, yani benliğimden memnun muydum? Daha doğrusu olmayı
seçtiğim kişi hakkında hissettiklerim… iyi miydi?
Klişe bir soru vardır bilirsiniz,
akşam yastığa başınızı koyduğunuzda vicdanınız rahat mıdır diye. Benimki rahat
evet.
Yaptıklarım, seçimlerim, tutumlarım ve duruşumla ilgili hiç bir sorunum
yok. Bunu söylerken kusursuz olduğumu söylemeye çalışmıyorum. Aksine. Demek
istediğim şey, iç dünyamdaki tüm kusurlara ve yaralara rağmen kendi içinde tutarlı
ve barışçıl bir yaşama alanına sahip olduğum.
Ama her sabah gözlerimi açıp
tavana baktığımda bana musallat olan o bunaltıcı his, önümdeki gün içerisinde beni bekleyen şeylerle
ilgili bir problemim olduğu gösteriyor bana.
Ve bu hissi kurcaladığımda
dış dünya hakkındaki beklentilerimin yüksekliğini ve bunların asla
karşılanamayacaklarını görüyorum.
O halde “yanlışlık hissi”
gözlerimi açıp bu dünyaya dahil olduğum anda patlak veriyor. Peki neden? Açıkçası
neden basit.
İşin şöyle bir yanı var ki; yukarıdaki
cümleyi duyduğunda benim gibi buna yakınlık duyan herkes ama herkes özünde toplumla
derin çatışmalar yaşayan kişiler.
Hatta durum çok daha basite bile
indirgenebilir.
Diyebiliriz ki; kişinin doğru
evrilmesi demek, iç dünyasındaki huzuru, kendinden duyduğu memnuniyeti, yanlış
biri olması ise dünyayla, toplumla yani dışarısıyla olan ilişkisini temsil
ediyor.
Burada işler sarpa sarıyor tabi.
Çünkü anlıyorum ki bu bir aşk filmi değil. Belli ki burada bir uyum ahenk
olmayacak. Aksine bu bir savaş filmi. Ve hepimiz biliyoruz ki savaşlarda güçler
çatışır, güçlü olan da kazanır.
Ama bazılarımızınki öyle de
değil. Yenemediğimiz gibi yenilmiyoruz
da. Keşke düşüp ölsek ya da tutsak alınsak… Film bitse yazılar geçse ve kaynağa
geri dönsek.
Hepimiz için böyle olmuyor…
olamıyor maalesef.
Neden biliyor musunuz? Çünkü
bazılarımızın iç dünyası toplumun kendisi kadar güçlü. Yani dış dünyanın
dayatmaları onları ezemiyor. Ezemiyor ama kişi de toplumu tek başına sindirip
öğütemiyor. Sonsuz bir döngü şeklinde çatışıyorlar. Bu noktada kişi, toplum için bir çıkıntı
olarak görülüyor. Ve sahip olduğu değerler, özellikler yeriliyor dışlanıyor. Bu
kısım mesela bana her zaman komik gelmiştir. Laf olsun diye komik demiyorum
gerçekten gülüyorum bazı şeylere. Çünkü gülmeyip ciddiye alırsam toplumu, adam
yerine koymuş olurum onu. Öyle bir şey tabii ki yapmıyorum.
Kaliteli bir mekana
gidildiğinde, kaliteli bir kıyafet giyildiğinde, kaliteli bir yemek yendiğinde kaliteli
olunduğunu düşünen bir güruhun fikirlerini elbette ciddiye alamam.
Hatta hiç yumuşatmadan
toplumun hemen hemen her yargısı ve sözüm ona duruşunun bana ancak ve ancak bir
cehalet göstergesi olarak göründüğünü de söyleyebilirim. Çoğunluk denen şeyin
bokluk olduğunu da ileri sürebilirim elbette ama abartmaya gerek yok sanırım.
Lafı daha fazla uzatmadan
bağlamak istiyorum.
O halde tekrar soruyorum;
Çok doğru evrilip,
çok yanlış biri olunabilir mi?
Elbette olunabilir çünkü doğru
evrilen kişi öylesi büyüyüp serilip serpilir ki, öylesi yollardan geçmiştir ki
artık tek başına var olabilir. Topluma ihtiyacı
olmaz.
Toplumsa kendisinden kopuk ve asla ulaşamayacağı bir noktayı kabul etmek istemez.
Kısacası doğru insan, toplum için
hakarettir.
1 yorum:
Kesinlikle cok guzel yazmışsın,bayıldım.
Yorum Gönder