Robert Anton Wilson’ın 1983’de yazdığı Prometheus Rising
adlı kitabının ilk bölümünde bir egzersiz yer alır.
Bozuk para kullanılarak yapılan bir deney demek daha doğru
olur buna.
Deney çok basittir.
İlk aşamada sizden sadece bir bozuk para hayal etmeniz
istenir. Ama bunu yaparken zihninizde parayı çok net, çok canlı bir şekilde
görmeniz gerekir.
Yani paranın üstündeki yazıları, resimleri ve diğer tüm
detayları çok berrak bir şekilde aklınızda canlandırabilmelisinizdir.
İkinci aşamaysa zihninizde canlandırdığınız bu bozuk parayı
mümkün olduğunca çok hayatınıza çekmektir.
Yani sizden o parayı istemeniz beklenir.
“Daha çok bozuk para istiyorum.” şeklinde basit bir cümlenin
tekrarı bu konuda size yardımcı olacaktır.
Deney 1 hafta boyunca devam edecektir dolayısıyla bu
zihinsel durumu 1 hafta boyunca korumanız gereklidir.
Deneyin bundan sonraki kısmı ise tamamen gözlem üzerinedir.
Geçen bir hafta boyunca kaç adet bozuk paranın elinize
geçtiğini bir not defterine yazmanızı tavsiye eder yazar.
Deneyi daha önce birkaç kez yapmıştım.
Sonuçlar hep ilginçti.
O haftalarda gerçekten de normalin üstünde miktarlarda bozuk
para elime geçmişti.
Her nedense marketteki kasiyer, taksi şoförü para üstünü tamamen
bozuk para olarak vermiş, yerde pek çok kez bozuk para bulmuş, pantolon ceplerimde de aynı şekilde bozuk
paralarla karşılaşmıştım.
Peki neden böyle olmuştu?
Robert abi bu noktada; yani deneyin son kısmında içinde
bulunduğumuz bu garip durumu iki farklı şekilde analiz etmemizi ister.
İlki zihnin madde üzerindeki etkisi. Yani psikokinezi.
Dolayısıyla ilk önermemiz “Bozuk parayı çok güçlü bir
şekilde hayal ettiğim ve istediğim için düşünce gücüm paraları hayatıma çekti.”
İkinci bakış açımız ise algıda seçicilik. Yani gündelik
hayatlarımızda aslında sürekli gerçekleşen ama dikkatimizi çekmeyen olay ve
nesnelere bir sebepten ötürü dikkati yöneltme ve bu durum neticesinde özellikle
o olay ve nesneleri diğer uyaranlardan ayırt edebilme durumu.
Dolayısıyla ikinci önermemiz şu; “Bu deney sebebiyle
zihnimde sürekli bozuk para fikri vardı ve bu durum algımı değiştirdi, zaten
hayatımda olan ama fark etmediğim bozuk paraları görmemi sağladı.”
Biliyorum ki bu iki önermeyi yazdığım anda okuyan herkes
gerçekleşmiş olan bu olay karşısında kendi adına anlamlı bir seçim yaptı.
Bazılarınız sözüm ona mantıklı olanı diğerleri ise mistik
cevabı tercih etti. Ama konu bu değil. Yani deneyin konusu bu değil.
Bunu zaten sürekli yapıyoruz. Hepimiz eğilimlerimiz
çerçevesinde bir neden sonuç ilişkisi kuruyor ve olan biteni açıklamaya çalışıyoruz.
Peki deneyin konusu ne? Aslında birden çok konusu var ve tek
bir yazıya indirgenemeyecek kadar da yoğunlar o yüzden ikisinden bahsedeceğim.
İlki benlik. Daha doğrusu benlik dediğimiz düşünce
kalıplarının güdümünde yaşamı anlamlandırmaya çalıştığımızı fark etmemiz.
Dolayısıyla deneyin bu son kısmında kesin bir sonuca varmak
yerine kendimizi kandırmalı, ikna etmeli ve “inanmadığımız” bir düşünce
sistemini benimsemeliyiz.
Şayet materyalist bir insansanız olaya bir spiritüel gibi
yaklaşmanız gerekiyor. Ve tabii ki tam tersi. Koyu bir mistikseniz olayı
psikoloji ve algı kapsamında değerlendirmelisiniz.
Bunun kolay bir şey olmadığını biliyorum. O yüzden kendimizi kandırmalı ve ikna
etmeliyiz dedim. Gerçek şu ki bir şeye dönüşmek için önce rol yapmak, öyleymiş
gibi davranmak gerekiyor. Bir süre sonraysa bilinç buna ikna oluyor ve
gerçekten değişiyorsunuz. Yazıldığı gibi
kısa bir süreç de değil maalesef.
Peki ama bunu başardığımızda ne oluyor? Yani benliğimizi
terk edip başka bir benliğe geçtiğimizde ne oluyor?
O noktada deneyi her iki argümanla da açıklayabilir hale
geliyorsunuz. Düşünce yapınıza paralel kanıtlar yaratıyor zihniniz ve bu kez de
geçerli açıklama o oluyor.
Ama özünde olan şey çok çok daha derin hatta devrim
niteliğinde çünkü benliğinizin sadece bir kostüm olduğunu anlıyorsunuz.
Giyilip çıkartılabilir, değiştirilebilir bir kostüm.
Siz benliğiniz değilsiniz. Bunun daha da ötesinde bir şeyi
açıklamaya çalışmanın gerçeğin niteliği üzerinde hiçbir etkisi yok.
Bunca laf salatasını neden yaptık? Anlamı neydi bütün
bunların? Bozuk paranın hayatımıza girmesinin nedenini açıklamaya çalışmaktı
değil mi?
Evet ve hayır çünkü bunun zerre kadar önemi yok.
Önemi olan tek şey paranın hayatınıza girmiş olması. Neden girmiş
olduğuna dair kendi kendimize yapacağımız milyon tane farklı açıklama bu
gerçeği asla değiştiremeyecek.
Sonucu bırakıp nedene haddinden fazla odaklanmaksa tamamen vakit
kaybı olacaktır.
Gündelik yaşamımdan bir örnek vereyim;
Geçenlerde sıklıkla ilişkisinin “çok güzel” gittiğini
söyleyen bir arkadaşımla yine sohbet ediyorduk. Bir sıkıntısı var gibiydi.
Neyin var diye sordum. Söylemedi. Zorladım. Birkaç kez kem küm edip sonunda döküldü.
Yeni biriyle tanışmıştı ve dediğine göre de çok hoşlanmıştı
bu yeni kızdan. Sevişmişlerdi de.
Ee dedim devam et, biraz
daha anlat.
Kısa süre bir sessizlik yaşadık, ardından tam olarak şu soru
cümlelerini kurdu.
-İlişkinin büyüsü bittiği için mi bu kız karşıma çıktı yoksa
bu kız karşıma çıktığı için mi ilişkinin büyüsü bitti? Nedeni anlamam önemli. Yani
sevgilimle mi kalmalıyım yoksa bu yeni kızla mı olmalıyım?
Gel dedim yazarak devam edelim. Oturduk masa başına üstteki
satırı yazdık bir kağıda.
-Burada iki soru var doğru mu?
-Evet
-Ve ilkinin cevabı ikinciye karar vermeni sağlayacak öyle mi?
-Evet
-Nasıl olacak o? Büyünün neden bittiğini açıklamaya çalışmak
büyüyü diriltir mi sence? Ya da yeni kızı öldürürsek ilişkinin büyüsü geri
gelir mi?
-Eeeee… yok hayır sanmıyorum.
-Peki o zaman ben sana bir soru sorayım
-Sor
-Bana bu satırdaki gerçeği bulsana?
...
...
-Büyü bitti.
-Evvet buldun, nedeni
önemli değil büyü bitti. İkinci soruya geçelim mi?
-Yok geçmeyelim… sanırım ben hallederim.
Evreni açıklamaya çalışmalarımızın evrenin sonu üzerinde herhangi
bir etkisinin olmayacağı gibi küçük hayatlarımız için de durum tamamiyle aynı.
İşin aslı şu ki olan biten herrr ama her şeyi açıklamak için
en az iki yol vardır ama açıklama yapmaya her zaman gerek yoktur.
1 yorum:
Son yazı da güzeldi, neden kaldırdın?
Yorum Gönder