MutfaKozmoz

19 Şubat 2018 Pazartesi 2 yorum





Pazar günü yine spordan döndüm.
Pazar günleri bacak günü bu arada. Squat, o bu şu seksen farklı hareket derken gebertirim kendimi. Haliyle ardından bastıran açlık da hepsinden şiddetli olur. Bu detayları veriyorum zira ne denli yorulmuş olduğumu anlamanızı istiyorum. Bir Batu düşünün ki hiçbir noktasında ne glikoz ne fosfor kalmamış olsun. İşte o benim.
Her neyse eve girdiğim gibi buzdolabına yollanıp kapağı hızla araladım. Ne var ne yemek yapılabilir gibisinden yokladım içeriyi. Ucuz yollu hindi sosis kendisine bir şans vermem için yalvarır gibi duruyordu. Hemen yanında da domates püresini ve konserve mısırı gördüm. Sebze kısımına baktığımda da ömrünün baharını çok ama çok gerilerde bırakmış yeşil bibere rastladım. Tamam dedim toplanıp gelin hepiniz. Geldiler.



İnce ince özenle kestim biberle sosisleri...
Yalan tabiki. Hiç de özenmedim. Aksine gelişi güzel biçtim hepsini. Biçim esnasında haliyle sağa sola fırlayıp yere düşen, fırının arkasına siktirip giden parçalar oldu.  Konserve mısırı da bir çırpıda açıp boşalttım kasenin içine. Kutunun kenarına yapışıp çıkmayan taneler oldu. Sizinle mi uğraşacağım lan deyip fırlatıp attım kutuyu lavaboya. Hiçbirini umursamadım. Yemeği tamamlayacak kadar sosis mısır biber olduğu sürece önemli değildi defolup gidenler.
Değildiler evet.
...
O an değildiler.
Derken bir saniye sonrasında içimi tarifsiz bir vicdan azabı kaplamaya başladı. Sanki tavaya giremeyen sosis mısır biber parçaları üzülüyorlarmış gibi hissetmeye başladım. Gerçekten yoğun bir üzüntü hissediyordum içimde. Olabilir miydi? Üzülüyor olabilirler miydi gerçekten?
Batu dedim dur sakin ol. Sakin ol az sonra yemeği yiyince hepsi geçecek,  yorgunluktan oluyor.
“Ayrıca yiyecekler konuşamaz.” 


Konuşamazlar mıydı cidden? Ses mi çıkarmaları gerekiyordu illa? Ya başka bir yol varsa onları anlamak için diye düşündüm. Hisler... hisler onlar için de bir dil olabilir miydi? Kelimelerin insanlar için hep sınırlı bir anlatım gücü olduğunu düşünmüşümdür. Oysa hisler öyle değildi. İçiçe, sonsuz ve sınırsızdılar. Belki onlar için tek dil budur diye düşündüm.
O halde benimle konuşuyor olabilirlerdi gerçekten. Hemmmen toplamalıydım tüm kayıp parçaları.
Derken birkaç dakikalık çabanın ardından son kalan sosis parçasını da fırının arkasından çıkardım. Elime aldığım gibi de anladım. Hissettiğim bunca üzüntünün büyük kısmı bu son parçaya aitti. Diğerlerinden çok daha üzgündü. Sendin değil mi dedim içimden. O sendin, bağıran ağlayıp duran. Evet dedi sosis, bendim. Neden dedim bunca çığlık kıyamet?
-Amacımı yok ediyordun.
-Varolma amacın tavada kızarıp bana yemek olmak mı?
-Evet neden? Seninki daha yüksek bir amaç mı?
Cevap vermedim.
Sosis benden bir adım öndeydi belli ki öte yandan hiç çaktırmadım. Vakur bi edayla tamam dedim haklısın, öküzlük ettim özür dilerim.
O an bana ait mikro kozmoz içerisinde yeterince sorumluluk sahibi bir tanrı olmadığımı idrak ettim. Bencil ve çevreme karşı özensizdim. Kendimden başka hiçbir şey umrumda değildi.


Artık kusursuz olmadığımı, mutfa-kozmoz içerisinde kimilerinin sesini duyamadığımı biliyorum. Ama bir ev tanrısı olarak sosisçemin kötü oluşunun sosislerimi görmezden gelmeme engel olmaması gerektiğini de çok net olarak anlıyorum. (Bu cümleyi de kurdum ya...)
Duymaya çalışıyorum onları. Onların da evrendeki her şey gibi yerlerini aradıklarını, tamamlanmayı anlaşılmayı beklediklerini hissediyorum.
Cezve mesela. Birkaç gündür mızmızlanmaya başladı. Kimbilir o ne istiyor.. Cezve ne ister, hayattan ne bekler ki? Benim tanrımın beni bilmediği gibi ben de cezveyi bilmiyorum.
Bildiğim tek şey daha çok yolum var. Tabak var, tencere var, çatal var. Varoğlu var. Öğrenmem, anlamam gereken çok fazla şey var. Sonra salon, yatak odası, banyo var.
Ama sorun değil çünkü istiyorum, anlamak istiyor ve çaba sarfediyorum. Sanırım önemli olan tek şey de bu.


İnsanın insanı anlamaya tenezzül etmediği bu yerde, yetinmeyip kediyi, köpeği, sosisi, su bardağını, yağmur bulutunun kalp ağrısını da anlamaya çalışıyorum. 

Kendinin farkında olmayan makro kozmozun her umursamaz  tanrısına teek tek sayıp sövüp küfredip, işte böylesi tertemiz deliriyorum. 

2 yorum:

  • Adsız dedi ki...

    Belki de kafasını yastığa koyar koymaz çat diye uyuyan, hiç bir şeyi sorgulamayan kişiler delirmiştir. Bizler; şu her haltı sorgulayıp yatakta döne döne kendine sövenler normaldir belki?

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB