Yaşamayı Öğrenmek

17 Haziran 2012 Pazar 0 yorum




Üniversite için bu şehre geldiğimde henüz on yedi yaşımdaydım. Bu aynı zamanda İstanbul’a da ilk gelişimdi. O zamana kadar babam ve üvey annemle birlikte Bursa ve İzmirde yaşamıştım. Babam bu durumun devamını istiyordu ama olmadı. İstanbul Üniversitesini kazandım.
Aileyle yaşanan dönemleri bilirsiniz, siz detaylarla ilgilenmek zorunda değilsinizdir. Her şey planlanmıştır. Saati gelir yemek yenir, saati gelir yatılır. Sabah olur çekmece açılır temiz çorap hep ordadır.
Çamaşır bulaşık yıkamanız, ütü yapmanız gerekmez. Her daim kıçınızı toplayan birileri vardır. Bu arada böyle rahatlıktan huzurdan bahsediyor gibi olabilirim ama hayır öyle bir şey değil anlatmak istediğim.
Konu bugün yaşamayı öğrenmek. Sakin, huzur dolu bir yol değil kendisi.
Şimdi söylediğimde belki kulağa komik gelecek ama bana kalırsa öyle değil. Bunun çok ötesinde.
Bana kalırsa mucizevi bir şey yaşamayı öğrenmek.
O ilk evimdeki, ilk gecemi hatırlıyorum;
“O ilk ihtiyacı”
Gövdemin ortasından yükselip gözlerimin arkasında son bulan o dev tatminsizliği.
Bastırılması, son bulması, dindirilmesi gereken... “Açlığı”
Bu kısımda biraz abartıyor gibi görünebilirim ama hayır. Yapmıyorum.
Daha önce acıkmadın mı adam diyebilirsiniz bana. Ben de içtenlikle diyebilirim ki size, gerçekten en çok hatırladığım açlığım bu.
Nedenini biliyorum.
Yaşayacağım evi kiraladıktan sonra, ailem işleri yüzünden apar topar İzmir’e dönmüştü.
O gün uzun uzun düşünmüştüm ayna karşısında. Garip geliyor olabilir ama yaptım. Yüzüme, gözlerime, kollarıma, her yerime dikkatlice baktım. Kendimi inceledim.
Bir yandan müthiş bir şeydi bu;
Tüm organizmanın sorumluluğu artık bendeydi. Onunla her şeyi yapabilirdim.
Biraz da ürkütücüydü tabi.
Sınırlarını, kapasitesini tam olarak bilemiyordum. Hastalanır mıydı hemen? Düşer miydi? Güçlü müydü yeterince? Bilmediği bir şehirde, arkadaşsız ailesiz yapabilir miydi? Yalnızlıkta sızlanır mıydı?
İlk kez o gün,
Ben,
Bana bırakılmıştım.
Dikkatliydim, kontrollüydüm. Farkındaydım kendimin, hem de fazlasıyla.
Bu yüzden o açlığı şimdi bile hatırlayabiliyorum. Gerçi bu denli dramatik bir açlığın sahanda yumurta, bayat ekmek ve kolayla son bulması belki sizleri fazla etkilemeyecek ama olsun.
Ben yine de bunu kendi tarihimde hep büyük bir olaymış gibi anacağım.
Yaşamayı öğrenmek dedikten sonra neden açlıktan bahsediyorum?
Çünkü özünde yatan bu.
Yaşamak, çoğu insan için açlığın doyurulmaya çalışılmasından başka bir şey değil.
Bunu ilk düşündüğümde ne kadar da basit görünüyordu her şey,
Meğer ne kadar da imkansızmış. Yanlışmış.
Şimdilerde yaşamımdaki her şeyin, sadece açlığın renkli isimlere bürünmüş artistik türevleri olduğunu görüyorum. Aşk, seks, evlilik, eğlence, kariyer, güç, güzellik, eğitim, iş, para... hepsi özünde aynı şeyler. Hepsi durmaksızın doyurulması gereken, farklı isimlere sahip, aynı sonsuz açlıklar.
...
Bu sabah.
Bu şehre gelişimin üstünden on dört yıl sonra.
Epey bozuk bir sinirle uyandım.
Yeni semtimde, yeni evimde, yine o tanıdık eski bilinmezlikler içinde. On yedi yaşımda yaptığım gibi aynı;
Aynaya, kendime baktım.
Daha önce çok kez yaptığım gibi her şeyi geride bırakıp yeni bir yaşama başlıyordum.
Beden hiç olmadığı kadar benimdi. Her yönünü, her özelliğini biliyordum, düşmeyecekti.
Öte yandan, tüm bu açlık oyunlarını o kadar çok oynayıp bitirmiştim ki.
Umudumu yitirdiğimi anladım. Göğsümdeki his korku ya da heyecan değildi.
Daha çok oturmuş, yer etmiş bir sızıydı.
Gözlerime baktığımda o çocuğu göremedim.
Birini gördüğümden bile emin değilim.
...
Doymanın, kazanmanın, mutlu olmanın bir yolu yoktu.
Ummanın, istemenin, ümit etmenin de...
Talep etmenin, konuşmanın da, anlatmanın da...
Yaşamayı öğrenme faslı çoktan bitmişti.
Sıra bu kabullenmişlik ve acının içinde bir neden bulup devam edebilmeye gelmişti.
Büyümüştüm.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB