Sıcak Bir Yaz Gecesi Hatırası

18 Ağustos 2011 Perşembe 0 yorum

Günaydınlar herkese,
Sevgili okuyucular bu sabah siz bu yazıyı okurken ben kimbilir nerelerde olacağım, kim bilir hangi sahillerde yürüyor, hangi koylarda yolalıyor, hangi denizlerde yüzüyor, hangi eti yiyor, hangi şarabı içiyor olacağım. İnanın bende bilmiyorum o yüzden bu yazıyı hemen şimdi yazıyor ve evden çıkıyorum. Bu zamana kadar pek çok plan yaptım ama artık biliyorum ki hiç birinin anlamı yok. Olması gereken şey olacak diyor ve yazıma başlıyorum.
Bugün size dün geceki maceramı anlatmak istiyorum;
Dün sahilde güneşlenirken duyduk ki falanca falanca adında deniz manazaralı güzel bir klub varmış ve hergün 23:00’e kadar happy hour(mutlu saat) uygulaması yapılıyormuş yani her içki yarı fiyatına. Ayrıca dediler ki saat 24:00 gibi de çok iyi bir grup çıkıyor. Dedik muhteşem! Plan hemen yapıldı tabi. Grubun sahneye çıkış saatine kadar ekonomik bir şekilde içicez ardından saat 23:00 itibariyle işi yavaştan alıp müzik dinleyip keyif yapacağız.
Ancak bir şeyi göz önünde bulunduramadık “Türk oluşumuzu”
Yani teorinin asla pratikle kesişmediği bir zihin yapısına sahip oluşumuzu.
Sınırları zorlayıp işin pisliğini çıkarabilme konusundaki ustalığımızı.Keşke tüm bunları o zamanda bu denli açık bir şekilde görebilseydik, ama olmadı napalım.
Saat 20:48 itibariyle, gerçekten de güzel bir mekan olan bu yeri bulup oturduk ve planımızı uygulamaya geçirdik.
Açıkçası hangi akla hizmet bu planı hayata geçirebileceğimizi düşündüğümüzü bilemiyorum. Bu zaman dek ucuz birşey gördüğünde bolca alan bizler neden bu kez ekonomik olacağımız konusunda kendimizi kandırdık hala emin değilim. Herneyse. Saat 22:55 itibariyle herkes 6’şar mojitosunu içmiş ayrıca önünde bekleyen 2’şer mojitosuyla birlikte birbirlerine bakıyordu. O vakte dek geçen zaman için sanırım en doğru tanımsa “arap kremi bol bulunca muhtelif bölgelerine sürermiş” olacaktır. Mojitoyu içindeki nane yüzünden ferahlık vermesi amacıyla garagara yapıp denize tüküreni mi istersiniz peçeteye döküp alnına süren mi istersiniz ne arasanız vardı. İnanın dün akşam, bir içkiyle içmek dışında başka neler yaplabilir sorusunun karşılığı fazlasıyla verildi.
Açık konuşmak gerekirse o son noktada, yani o sekizinci bardağın sonunda zaman akmayı bıraktı. Bazılarınız belki bilir, psikolojide bir terim vardır “mala bağlamak” Argoda “katatoni” şekliyle de geçer. İşte bize o oldu. Masa halkının mental ve fiziksel fonksiyonları durdu ve bizler pırasasal(bitkisel hayatın bir üstü durumu) hayata geçiş yaptık. Sanıyorum bu durum bir yirmibeş dakika kadar sürmüş olmalı ki kendimize geldiğimizde saat:23.50yi gösteriyordu. Neyseki hareket edebilme ve düşünme yetilerimiz yavaş yavaş geri geldi ama bu seferde tam tersi bir tutum içine girip aşırı coşkun bir ruh haline büründük. Lüzumsuz kahkahalar, yerli yersiz şakalar derken gitgide daha da yalancı bir keyif içine girdik. Sonunda aniden bastıran histerik bir gaza gelme durumu haiz oldu hepimizde. Dedik ne yapsak ta bu güzel günü bu muhteşem tatili ölümsüzleştirsek. Hemen bir “Bodrum” hatırası arayışı içine girdik. Açıkçası çok fazla seçenek de yoktu ucuz dandik kolye bileklik alacağımıza gidip krallar gibi birer dövme yaptıralım dedik. Mekandan henüz grup sahneye çıkmadan ayrılıp barlar sokağına fışkırdık ve karşımıza çıkan ilk dövmeciye cümbür cemaat daldık, bir görseniz çok acırsınız halimize herkesin ağzından sular akıyor çok heyecanlıyız, çılgınız, mutluyuz, havalarda uçuyoruz dövme yaptıracağız diye. Nitekim beş kendini bilmez neremize ne çizdirsek diye coşku içinde kataloglara saldırdık. Ancak dövmeci nasıl kuul(cool-havalı) anlatamam. Diyoruz böyle ne çok büyük, ne çok küçük, ne çok orjinal, ne çok sıradan birer hatıra dövmesi istiyoruz.
Dövmeci diyor ki kataloglara bakın, halbuki zaten onlara bakıyoruz, o sırada istediğimiz tek şey heyecanımıza ortak bir kafa dengi dövdürücü ama nerde... Adam gittikçe şevkimizi körükledi.
Diyoruz ki acaba yazı mı yazdırsak bileklerimize? Dövmeci yazı ileride sıkar bir figür seçin diyor. Kızlar melek mi kelebek mi yapsak diyor. Adam onların modası çoktan geçti diyor. Neyseki sonunda dövmecinin izin verdiği tribal bir figür bulduk. İçimize çok sinmedi açıkçası ama hala heyecanlıyız, kararlıyız, yaptıracağız. Neyse ilk arkadaş koltuğa oturdu. Adam bu seferde alkollü müsünüz diye sordu.
Dedim asla, öyle bir yok ve olamaz da. Bizler sadece gece yarısı yürümeyi seven bir grup dindar genciz. Bodruma geliş amacımız “tammmamen” tarihi değerlerin ve doğanın keşfidir. Sanırım bu son cümleyi fazla alaycı söyledim adam tek kelime etmeden dövme gereçlerini geri topladı. Alkollüyken dövme yapılmaz dedi. Dedim gecenin bu saatinde imsoniyaklara mı dövme yapmak için açıksınız. Ayrıca dövmecinin barlar sokağında bulunmasına da atıf yapıp hafiften bozdum karizmasını.
Cevap dahi vermedi dövmeci bizim de canımız sıkıldı, aslında adama fena halde girişmek (kafa göz saldırmak mahiyetinde bir yüklem) istiyoruz ama olmadı, kızlarında yardımıyla nispeten sakinleşip, çıktık dükkandan. Keyfimiz tamamen kaçtı, dövme yaptırmaktan da vazgeçtik. İyi dedik napalım bari geldiğimiz klube geri dönelim de canlı performans bir müzik dinleyelim. Dayandık kapıya, ama o kadar yani içeri giremiyoruz adam kişi başı 20tl giriş ücreti istiyor. Ama dedik biz çıkalı sadece 25 dakika oldu ayrıca saatlerdir içeride içiyoruz. Adam evet biliyorum diyor ama inatla giriş parasında diretiyor. Sonunda dedi ki tamam sizden yarı para alalım; yani beş kişi 100tl olan ücret bizim için 50 tlye düştü. İşte orada bana geldiler. Adam 100 tl için diretse diyeceğim ki kural böyle almak zorunda ama yarıya düşürünce parayı, anladım ki hiç birşey almadan da bizi içeri sokabilir. Derdi bizi söğüşlemek. Şöyle bir düşündüm ki ortaya şu sahne çıktı; Az önce beş kişinin iki saatte 470 lira hesap verdiği müessese bizi tekrar içeri sokmak için 50tl istiyor ve bu konuda diretiyor. Zaten bu düşünebildiğim son şey oldu, beynime sıçrayan kan, damarları geçici bir müddet tıkadı ve düşünmeme engel oldu. Bundan sonra söylediklerim tamamen doğaçlama cümlelerdi. Şimdi farkediyorum ki sözlerim biraz sokak ağzı olmuş o yüzden lütfen gelişme çağındaki çocuklara bu kısmı okutmayın.(ayrıca gelişme çağında olmayan çocuk var mı onu da bilmiyorum ama varsa onlara da okutmayın)
Ulan dedim lavuk, biz buraya zaten yarım saat önce o kadar parayı domalmışız.(şimdi yazınca çok utandım dediklerimden) Sen ne kadar düzüşe meraklı doymak bilmez pezevenkmişsin dedim. (aynı cümleleri yazmasaydım gerçek bir kesit olamazdı lütfen anlayışlı olun olamazsanız da yürüyün gidin sinir etmeyin beni) Tabi ben bunu söyleyince, her normal modern insan topluluğu gibi kavgaya tutuştuk ama adamın hiç şansı yok, yani benim bu gece kaybım çok fazla o yüzden bu kavgayı kazanmak zorundayım. Böyle bir hırsla kaybetmek hemen hemen imkansız. O gece ekonomik içeceğim diye sokağa çıkıp verdiğim 90 liraya mı yansam, dövmecinin umursamaz köstek tavırlarına mı bilensem , yoksa önümdeki görevlinin terbiyesizliğine mi hayıflansam bilemedim. Ve tamı tamına 28 kaplan gücüne eriştim. Saydım tam 28’di. Kavga çok kısa sürdü kimse ayırmadı, daha doğrusu fırsat olmadı, onlar iki kişiydi, biz üç, aldık adamları aşağıya(dövdük yani) ama yere düşünce de acıdık çok fazla vuramadık, koşarak uzaklaştık.
Şimdi diyeceksiniz ki tüm bu hikayeyi neden anlattın Batu?
Anlattım çünkü biz sokağa hangi umutlarla çıktık, sokak bizi hangi gerçeklere götürdü bilmenizi istedim. Ayrıca başka gerçeklerde var. Peki nedir bu gerçekler?
1-Kaybolmak isteyenler için ucuz alkol yoktur, çok alkol vardır.
2-İnsanların bir kısmı gerçekten şerefsizdir ve bu konuda yapacak hiçbirşey yoktur.
3-Biz neyi planlarsak planlayalım, insan kurar, kader gülermiş. O yüzden bazen akışa bırakmak en doğrusudur.
Artık daha fazla güldürmeyelim kendimize, kader varsın gelsin güneyden esen ılık bir rüzgar gibi, alsssssın savursun bizi nereye istiyorsa. Belki ıssız bir sokağa bir kedinin yanına, belki bir dağın tepesine, belki bir yunusun sırtına, belki bir çöp konteynırına.
Rüzgarlarda görüşmek üzere.

0 yorum:

 

©Copyright 2011 Taboo | TNB